İnsanoğlunun maruz kaldığı en büyük arıza biçimi herhalde güzelliklerden mahrumiyet olsa gerek.
Nefes alayım diye başını göğe dönersin, gökyüzüyle aranda bir çirkin bina vardır. Ellerimi dünyaya kapatarak göğsümün üzerinde birbiriyle kavuşturup denizi seyre dalayım dersin, dalgaların üzerindeki bir pet şişeye takılır kalırsın. Tam da baharın etkisiyle, temsilen ifade edeyim; ‘insanlar el ele tutuşsa, kardeş olsa, uzansak sonsuza’ demeye yeltenirsin, başıbozuk dünya sisteminin kimselerin ses çıkaramadığı bir taarruzuna tanık olursun. Olumsuzluk adına ne varsa, hastanede bir hemşire, bankada bir memur, okulda bir öğretmen, politik arenada bir politikacı, trafikte bir maganda olup biter burnunun dibinde.
Televizyonu açarsın
-tecavüz,
– silahla yaralama,
– çocuk kaçırma,
– trafik kazası,
– dolandırıcılık, artık kötüye dair ne varsa, bir, iki, üç, beş, on kötü haber ardı ardına sıralanmış bir biçimde düşer önüne.
Değiştirirsin ekranı, bir başka kanala geçersin, şöyle bir dizi izleyeyim filan. Aman Allah’ım,
– entrikalar,
– kavgalar,
– gürültü,
– patırtı,
– tabancalar patlar, kılıçlar çekilir yine sana kanal değiştirmek düşer. Maç yorumlarına düşer yolun, bir topun kimin ayağına çarpıp da taca çıktığının kavgasına şahit olursun. Hava durumuna denk gelirsin, sen yaz aylarını bekliyorsundur ama haberler hiç iyi değildir; soğuk, fırtına, yağış vs.
Borcun vardır, altın fırlar, döviz çıkar. Şu sıralar, zaten ederinin üç, dört katına satılan kuru fasulyenin yanına kırdığın soğanın bile çürüğü boldur mesela manav tezgâhında. Haşlanmış patates bile pek bir afillidir şu piyasa koşullarında. Bir evimiz olsun niyetiyle peşinat maksadıyla biriktirdiğin parayı Türk Lirasında tutmuşsundur, hani olur ya günün birinde hayırlısıyla bir ev sahibi oluruz diye, oradan da yersin golü. Hazır piyasa durgun, ev fiyatları da düşmüşken, alalım şu evi dersin, girersin banka şubesinin kapısından içeriye, bir de ne göresin finansman maliyetleri almış yürümüştür, peşinatınla öylece kala kalırsın açıkta. O küçücük para da zaten, okul masrafına, filan eşyanın tamirine, borç isteyen eşin dostun nasibine düşer, sen yine beş yıl, on yıl evveline dönersin.
Çekilirsin kendi dünyana, alırsın eline akıllı telefonu, birbiri ardına sıralanan pesimist paylaşımlar düşer birbiri ardına. Herkes çok şey bilir mesela, sen hiçbir şeyden anlayamazsın, bak bu da kötü bir şeydir işte. Bulunduğun mevzinin kaçınılmaz bir gereği olarak aslında beğenmediğini bir şeyi açıktan beğenmek, beğendiğini ise gizlemek zorundasındır. Tam da ‘ya şu da güzel bir şey söylüyor’ diyecek olursun, lafı ağzına bir güzel tıkarlar, daha ne olduğunu anlayamadan, seninkiler o beğendiğin lafı edenin karşı mahalleden biri olduğunu acı bir biçimde öğretirler sana. Gruplarda yapılan görüşmelerde kötü haberler prim yapar, işin doğası böyledir, kötüyü konuşuyor olmak haz verir grup katılımcılarına, konuşurlar, konuşurlar, konuşurlar…
Sevdiğin adamlar vardır, sen ne olduğunu anlayamamışsındır ama bir bakarsın olmuş İngiliz ajanı, bilmemneci, şucu, bucu, hain olduğunu ilan ederler birdenbire, peşinden linç gelir. Yine sevdiğin adamlar vardır, bir başkasına söverken görürsün uluorta, tekfir ediyordur birilerini ve herkesten kendisi gibi tavır ortaya koymasını bekliyordur, ‘yahu sana ne oldu böyle’ dersin, ‘o işler senin bildiğin gibi değil’ der büyüklenerek, kırılır hayallerin, dökülür hakikat.
Kaygımız bozulur sürekli. Gelecek ne olacaktır, partimiz bundan sonraki seçimlerde ne yapacaktır, ya iktidara filancalar gelirse adlı bir kurt düşer aklına, çocuklar büyümektedir, eğitim sistemi de geçmişte neydi ki zaten gelecekte ne olsundur filan.
Bir süre sonra alışırsın bütün bunlara, artık yadırgamaz olur, normalleştirirsin. Sen onları, olanları normalleştirdikçe, daha kötüsü gelir bulur seni. İyiye dair ne varsa görünür alanda yoktur çünkü. Sürekli kötülük yağar sanki göklerden bir yerlerden.
Son zamanlarda hemen hemen böylesi bir psikolojide görüyorum herkesi. Hayır, hayır, kendimi bir kenara koyarak söylemiyorum bunu. Sürekli içine çekilmekte olduğumuz bir kötümserlik havasını resmetmekti derdim. İçinden çıkamayacağımızı sandığımız zindanlar oluşturan bir durumdan bahsediyorum.
Yukarıda alıntıladığım hususların hepsi birer gerçek. Ama şu var; yaşadığımız hayat bunlardan ibaret değil, kaçırdığımız, ıskaladığımız şey işte tam da burası. Üretilen hava, oluşturulan zemin, var edilen iklim ve atmosfer, toplumu yalnızca bu şekilde görmeye, duymaya, düşünmeye, konuşmaya ve hareket etmeye mecbur bırakıyor. Sanki gizli bir el koordine ediyor gibi bütün bunları.
Ve hepsinin üstüne, birileri çıkıp ‘her şey güzel olacak’ diye bir cümlenin peşine davet ediyor bütün bir toplumu.
Oysaki öyle değil;
Yaşadığımız hayatta güzel şeyler de oluyor, farkında değiliz. Biz bu güzellikleri görecek durumda değiliz ne yazık ki. Çünkü güzellik artık görünür alanda değil. Görebilmek için bakmak yeterli değil artık.
Nereden mi çıkarıyorum bunu? Bir örnekle izah edeyim önümüzdeki haftaya inşallah.
Her şey çok güzel olacak öyle mi?
