Hangi yalnızlık?

BBC’nin haberini duymuş olmalısınız: İngiltere, giderek dev bir yalnızlar adasına dönüşmenin hakkını vermek üzere, bir yalnızlık işleri bakanlığı kurmaya karar vermiş. Muhtemelen, yalnız yaşlıların ya da yalnız ölenlerin artması neticesinde, bir dizi önlem almayı gerektiren mücbir şartlar İngilizleri böyle bir şeye sevk etmiş. Belki bakanlık düzeyinde değil ve fakat genel müdürlük düzeyinde benzer bir kurumun İsveç’te olduğunu biliyoruz. Bir başına evinde ölenlerin peşine düşen, onlara son kamu hizmetlerini sunan bir kurum bu da. Yalnızlığın kurumsallaşması böyle bir şey olmalı.

Tasavvufun ve mistisizmin yalnızlığından farklı bir şey bu. Tasavvufun klasik literatüründe tekrar edegelen, sıklıkla okura çarpan öğütlerden bir kısmı yalnız kalmaya teşvikle ilgilidir. Salikler kalabalığa karşı uyarılır, uzlete, inzivaya ve halvete teşvik edilir. Nitekim çoğu tasavvuf okulunda halvet, gün sayısıyla, mekanıyla, nasıl yürütüleceğine dair kesin kurallarıyla, belli şartlara tabi olarak uygulanan bir teknik.

Ama hemen bir uyarı yapmalıyız: İnzivayı ve yalnızlığı tecrübe etmeyi sağlayan halvet (çile/erbain) uygulamaları, Müslüman toplumların modernleşmesine koşut olarak tarikatlar tarafından terk edilmiş durumda. Tarih verelim, yirminci yüzyılın başlarına kadar birçok tasavvuf okulunda uygulanmakta olan halvetin, giderek terk edildiğini, bugün de nispeten daha az modernleşen yörelere çekilmiş olarak, nadiren tesadüf edilen bir uygulama olduğunu görüyoruz. Halvetten celvete doğru bu çekilişin, modernleşmeye koşut olarak gelişip gelişmediğine yakından bakmak öğretici olurdu.

Buna dair bazı sufi üstatların açıklamaları, çalışma hayatının, çalışanı işinden uzaklaşmasına izin vermeyen modern bir organizasyonla biçimlendirildiğine dikkat çekiyor. Çalışanların izin süreleri kısıtlı, bu sebeple, kimi zaman günü belirli, kimi zaman da ucu açık bir süre boyunca bir işten kopmak muhal yani. Halvete girmek “üretimi düşürür” çünkü.

Sadece iş hayatı değil; geniş aile içinde, anne ve babanın yokluğunun bile tolere edilmesi mümkünken, çekirdeğe dönüşen ve her bir bireyine son derece kesin gereksinimlerle bağımlı hale gelen modern aile organizasyonu da bu kopuşlara izin vermeyecek kırılganlıkta. Bu durumlar, çağdaşımız dervişlerin, şu kadar gün boyunca halvete çekilmesine müsaade etmiyor. Kısaca, toplum değişiyor, toplumun içindeki insan değişiyor. Bütün dikkatini değişmeye odaklamış olan tasavvuf da haliyle stratejilerini değiştiriyor. Bir yanıyla şunu akılda tutmalıyız belli ki: Bugün yalnızlık olarak adlandırılan şey, eski dünyanın yalnızlık olarak gördüğü şeyden farklı.

İngilizlerin, bakanlık kurduran yalnızlıklarının, sufilerin ve mistiklerin yalnızlıklarıyla ilgisi yok. Çünkü modern bir İngiliz’in, kelimenin hakiki anlamıyla yalnız kalmasına artık imkan yok. İçinde bir muhasebe imkanı barındıran, bir tür ruhun nadası olan yalnızlık, yetiştirici, bütün içe kapanmacılığıyla eğitici olabilirdi. Yalnızlık, “yalın öz”le ilgili, dikkatini öze, kendiliğe yöneltmiş bir durum. Özün, yalınlığı içinde temaşa edilmesi, onun hakkında sahici ve hakiki bir bilgi edinilmesinin önünü açabilir.

Oysa ortalama bir modern bireyin yalnızlıktan anladığı, kendisiyle hakikaten baş başa kalmasına izin vermeyen çeldiricilerin saldırısı karşısında savunmasız kalmaktan ibaret. Kendimizden biliyoruz; yalnızlık, günümüzde fırsatı düşünce yapıldığı gibi kitap okumak, film izlemek, sosyal medyada kaybolmak, müziğe sığınmak filan demek. Bütün bu kültür ve eğlence endüstrisi yalnızların himmetlerine ve ilgilerine muhtaç çünkü. O halde bir İngiliz olarak, yalnızken “hakikaten” yalnız kalmamıza imkan var mı?

Şu durumda, İngilizlerin bakanlığı, İngilizlerin şu yeni yalnızlıklarıyla baş etmelerine yardımcı olamayacak. Aksine, onların kendi yalnızlıklarının farkına varmalarına mani bir yalnızlık geliştirmekle meşgul olan kültür ve eğlence sektörünün gemi azıya almasına daha da müsaade ederken, öte yandan, sarılamayacak yaralarına bakarak can çekişmelerini kayıtlı hale getirecek.