Akademik ilgilerim gereği, özellikle Mağrib olarak adlandırılan Fas, Cezayir ve Tunus’taki tarikatlara, onların şeyhleri ve müntesiplerine meraklıyım. Varsa yayınlarını takip etmeye çalışıyorum, büyük ve etkili olanlarının internet sitelerine belli aralıklarla giriyorum, daha küçüklerini sosyal medya hesaplarından (Evet, artık birçok tarikatı ve şeyhi Facebook sayfasından takip etmeniz mümkün!) izliyorum. Konuşulmayı, tartışılmayı bekleyen bir dünya mesele var ama benim son zamanlarda özellikle farklı tarikatlardan şeyhlerin, müritlerini de yanlarına alarak, kandil vb vesilelerle bir araya gelmeleri ilgimi çekmeye başladı.
Bahsettiğim yeni bir vak’a değil elbette. Yani şeyhler toplanmışlar ve yeni şartlar muvacehesinde artık bir araya gelmeye karar vermiş filan değiller. Eskiden beri zaten böyleler. Mesela bir Ticani şeyhi, bir Kadiri şeyhi, bir Şazeli şeyhi, Mevlid kandilini birlikte idrak ediyorlar. Ya da aynı tarikatın farklı kollarından şeyhler, oralarda “mevsim” ya da “ihtifal” olarak adlandırılan yıllık büyük buluşmalarda buluşuyorlar. İçlerinden biri zikri yönetiyor, öteki dua ediyor, beriki konuşma yapıyor filan. Bunda ne var ki diyebilirsiniz. Ama kabul edelim ki, tarikatların kendilerini habire yüksek duvarlarının ve heybetli kapılarının arkasına kapattığı, müntesiplerini öteki tarikatlardan ve şeyhlerinden sakındığı Türkiye tasavvuf sosyolojisinde, bu anlattığım manzara sıra dışı sayılmalı. İstisnalar istisna kadar varlar ve üzerlerine alınmalarını gerektiren bir durum yok. Fakat Ankara’nın devletlu iftarları ya da Diyanet’in organize ettiği dar kapsamlı buluşmalar dışında şeyhlerin birbirleriyle temasları yok düzeyinde. Hele müritleriyle birlikte birbirlerini ziyaret etmelerine tesadüf etmek imkansız gibi.
Son zamanlarda yine sosyal medya üzerinden takip edebildiğim -sosyal medyanın teklifsiz ve kontrolsüz hali, bu tür “sivil” ve sıra dışı vak’aları tespitte önemli bir avantaj sağlıyor- kadarıyla, memleketimizde misafirimiz olan bazı Suriyeli şeyhler Türkiye’deki bazı şeyhleri ziyaret ediyorlar, onların zikir meclislerine katılıyorlar, konuşmalar yapıyorlar. Bu ziyaretler büyük oranda nezaket ve tanışma ziyaretleri. Türkiye’deki o şeyhlerin de bu ziyaretleri memnuniyetle karşıladıkları her hallerinden belli oluyor.
Suriyeli şeyhler ve tarikatlar meselesi, Türk tasavvuf sosyolojisine ne gibi yeni başlıklar sokacak, hangi yeni tarikatlarla ve şeyhlerle tanışacak, hangi yeni bileşimlere ulaşacağız mevzuu bence yakın zamanda ciddiyetle ele almamız gereken meselelerden biri. Bazıları için çoktan gerçekleşti ama belki bir beş sene içinde Suriye merkezli bütün tasavvufi yapıların merkezlerinin Türkiye olması işten bile değil. Bu etkileşimlerden biri olarak, yazının başında değindiğim ve Arap dünyasında örneklerine rastlanan, tarikatlar arası düzgün ilişki, şeyhler arası samimi dostluk, müritler arası sevecen temas gibi bazılarımıza şimdilik yabancı gelen uygulamalar artık daha aşina gelmeye başlayacak. Böylece kimi sakınımlı tarikatlar müritlerini başka tarikatlardan ve müntesiplerinden ısrarla ve kıskançlıkla yalıtmak yerine, daha rahat ve özgüvenli davranmayı öğrenebilecekler.
Bu bahsettiğimiz ilişki biçimi aslında bu topraklarda yabancı olduğumuz bir şey de değil. Osmanlı İstanbul’u tarikatlar arası düzgün ilişki örneklerinin cenneti gibidir. Bir semtteki farklı dergahların şeyhlerinin, kandil gecelerinde müritlerini de alarak kıdemli bir tarikat şeyhinin dergahında toplanıp, her birinin kendi usulünü de yansıtarak birlikte zikir ve sohbet meclisi düzenlemeleri sıradan bir hadisedir. Şeyhlerin birbirlerini ziyaret etmeleri, belli günlerde musiki ve sohbet için bir araya gelmeleri, memleketteki tasavvuf hayatının tamamını ilgilendiren bazı kritik hususlarda ortak kararlar almaları her zaman rastlanan türden şeylerdir. Birçoğumuza tuhaf gelebilir ama farklı tarikatlardan şeyhlerin birlikte dergi çıkarmaları da istisnai bir vak’a değildir. Sadece bir örnek: 1 Eylül 1919 tarihine kadar 161 sayı çıkan, uzun ömürlü bir tasavvufi süreli yayın olan Ceride-i Sûfiye’nin düzenli yazarları arasında Mevlevi şeyhi Ahmed Remzi Dede, Şazeliyye’den icazetli İzmirli İsmail Hakkı, Nakşi şeyhi Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi Hazretlerinin halifelerinden Mustafa Fevzi Efendi, Melami halifesi Bursalı Mehmed Tahir Bey, Uşşaki şeyhi Hüseyin Vassaf Efendi gibi isimler bulunmaktadır. Bilmeyenler için söyleyelim: Bu isimlerin her biri kendi meşreplerinin temsil makamında olan ve “az meşhur” kimseler değillerdir üstelik.
Yunus Emre’miz demiş ya hani: “Gelin tanış olalım/ İşi kolay kılalım.” Bunu öncelikle ehl-i tarike, dervişlere, şeyhlere demiş olmalı değil mi?