FETÖ beynelmilel bir örgüttür

Siyasi atmosferle birlikte dünyadaki gelişmeleri göz önüne aldığımızda oldukça tuhaf ve çelişkili yılları ve dönüm noktalarını içerisinde barındıran bir dönemde öğrencilik yaptığımı söyleyebilirim. Üniversitedeki ders kitaplarını bir kenara bırakarak söyleyeyim, sadece ilkokul, ortaokul ve lise ders kitaplarını arka arkaya sıralasak, ülkemizin macerasını da bir film şeridi gibi izleme imkanına kavuşmuş oluruz aslında.

Her ders kitabımızın son sayfasında bir Türkiye siyasi haritası bulunurdu. Bu haritada bütün iller -o zamanlar için vilayet sayısı 67 idi- çeşitli renklerle boyalı olurdu. Ankara’ya kırmızı, Adana’ya sarı, Yozgat’a mavi, İzmir’e yeşil, Edirne’ye kahverengi filan düşerdi. Çocukluk hali işte, haritadan şehir bulmaca filan oynardık. Bir buldun, iki buldun, peki ya sonra? Sonrası yok, şehir sayısı 67 neticede. Dön dolaş aynı şey. İsim, şehir, bitki, hayvan, eşya şeklinde sıralanan ve oyunculara verilen harfle doldurulan defter sayfalarında da bir diğer oyuncunun yazdığı dışında şeyler yazmak için inanılmaz bir çaba sarf edilirdi ve fakat bu da bir yere kadar tat veriyordu işte.

O günlerde, ders kitaplarımızda yer alan Türkiye haritalarının sınırları dışındaki tüm alanlar bembeyazdı. Öylesine beyazdı ki, kimi zaman güneyimizde, doğumuzda, batımızda yer alan ülkelerin adları bile çoğu zaman yer almazdı. SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği), İran, Irak, Suriye, Yunanistan ve Bulgaristan isimlerini parçaları birleştirerek bilirdik. Zaten hepsi için bir üst küme oluşturulmuş ve hepsi bu kümeye dahil edilmişlerdi, yurdumuzun dört bir tarafı düşmanlarla çevriliydi ve bizim onlarla hiç işimiz olmazdı, olamazdı. Kazaklar, Azeriler, Araplar, Farslar, Boşnaklar kimlerdi pek bilmezdik. Sınırları içerisine hapsolmuş çocuklardık hepimiz.

Sonra bir şeyler oldu…

Bulgaristan’dan gelen soydaşlarımızdan haberdar olduk, Sovyetler dağıldı, yeni devletler çıktı ortaya, güneydoğumuzdaki terör örgütü dolayısıyla Irak’tan ve Suriye’den haberdar olduk, ‘mollalar İran’a’ sloganı eşliğinde İran’ı tanıdık filan. Humeyni’yi, Baba Esad’ı, Saddam’ı, Gorbaçov’u, Elçibey’i, Papandreu’yu bildik bu dönemde. Bir çocuk zihninin, haritanın hemen öte yanından kulağına düşen isimlerdi bunlar. Bosna’daki katliamların haberleri düşmeye başladığında bize, annelerimize benzeyen yüzlerle tanıştık sonra. Balkan haritası açıldı önümüze, Kafkaslardaki halkların varlığından haberdar olduk. Dünyayı tanımaya başlıyorduk artık.

Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika, İsviçre, Avusturya gibi ülkeler, mahalledeki çocukların dayılarının ya da amcalarının bulunduğu yerlerdi. Onları da geldikleri değişik araba plakalarından ve beraberinde getirdikleri çikolatalardan tanıyorduk, hepsi bu. Fabrikalarda çalışıyorlardı ve geldiklerinde hepimiz için para harcıyorlardı bu isimler. Tamamlayıcı unsur olarak Alman markalı market poşetleri, elma kokulu şampuanlar, resimli tişörtler ve illa ki bisikletleri sayabilirim.

İsrail diye bir haydutun taşla vura vura kol kırma sahnesi ile örseleniyor ve Filistin’den haberdar oluyorduk mesela. Amerika’yı tanıdık yine bu dönemde. Irak’ı işgal ediyorlardı ve biz olan biteni anlamaya çalışıyorduk. Petrole bulanmış denizdeki karabatak üzerinden meşruiyet yükleniyordu zihnimize. Ruanda diye bir yerde, kabileler arasındaki soykırımı da yine bu dönemde gördük hepimiz. Fransa’nın ve Belçika’nın bu soykırımdaki rolünü bize hiç söyleyen olmadı. Cezayir’de İslami Selamet Cephesinin kazandığı meşru seçimlerden sonra ülkenin başına gelenlerin arka planını anlamamız çok da uzun sürmedi, çünkü artık büyümüştük hepimiz.

Bu ülkenin çocukları, el yordamıyla, dağınık parçaları birleştirerek dünyayı tanımaya çalışırken birilerinin elinden tutulmaktaymış, tüm bu zaman diliminde, ülkenin içerisinde bulunduğu koşullarda, dünyanın başka bir biçimde önlerine serilmiş olduğu bir kesim varmış meğer. Ve bu kesim, dillerini bilmedikleri coğrafyalara kafileler halinde taşınıyorlar ve oralarda faaliyet gösteriyorlarmış.

Aradan geçen on yıllar dikkatlice analiz edildiğinde, bu yapının kimi ülkelerde seçimlere müdahil olacak düzeyde etkin olduğu (bkz. Balkanlar), kimi bölgelerde ticari seyre müdahil olacak düzeyde bir nüfuz alanı ürettikleri (bkz. Afrika), kimi yerlerde ise Batılı bir formun taşıyıcıları oldukları (bkz. Türkî Cumhuriyetler) görülecektir.

Geçtiğimiz günlerde Kosova’da Milli İstihbarat Teşkilatımızın operasyonu ile Türkiye’ye getirilen Fetullahçı Terör Örgütü mensuplarından haberdar olduk. Eminim ki, Türkiye’deki çoğu insanın bu insanların oralardaki varlığının hangi derinlikte bir anlam içerdiğinden de haberdar değillerdir. Belki de Türkiye’den kaçmış kişiler oldukları bile düşünülüyor olabilir. Ancak, kanaatim odur ki, bu isimlerin 2000’li yıllardan beri oralarda bulunan kişiler ya da o yıllarda oralarda vazife üstlenmiş kişilerden vazifeyi devralmış kişiler olduğu ve bölge siyasetine nüfuz edecek düzeyde etki alanına sahip isimler oldukları hususundan hala habersiz milyonlar var bu ülkede.

1980’lerden bugüne gelene kadarki (1960’lara kadar da geri götürmek mümkündür elbette) süreçte dünya üzerinde dört ana dalga halinde değişime ilişkin köşe taşlarının varlığından söz edebiliriz. Birinci dönem (1980-1990), dünyanın çeşitli noktalarında, hassaten Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde darbelerle şekillendirilmek istenen ve bunda da başarılı olunan bir dönemdir. İkinci dönemden (1990-2000) doğu bloğunun çöktüğü ve akabinde tek kutuplu bir dünyaya ilişkin yaşanan bir süreçten bahsetmek mümkündür. Üçüncü dönemi (2000-2010), 11 Eylül saldırıları ile startı verilen ve İslam’ın hedefe konulduğu bir dönem olarak adlandırabiliriz. Dördüncü dönem ise (2010 ve sonrası), Arap Baharı adı altında yön verilen bir döneme tekabül eder.

Tüm bu dönemlerde İslam, Müslüman toplumlar için bir alternatif halindedir. İslam’ın içinde bulunduğumuz çağa söyleyecek sözü olan yegâne unsur olduğu gerçeğinin farkında olan dünyaya istikamet verme çabası içerisindeki hâkim güçler, toplumların önüne alternatif bir din önerisi olarak ‘paralel dinler’ çıkarmıştır. Her coğrafyanın dokusuna, tarihine, kodlarına uygun olarak üretilmiş olan bu paralel yapıların gördükleri işlev hiç de yabana atılacak cinsten değildir. İşte FETÖ dediğimiz yapı da tam bu işin merkezinde bulunan ve modellenebilir bir örnekliği teşkil eder.

Yazının başına dönecek ve ülkemiz özelinden konuşacak olursak; bu ülke çocuklarının tamamının gözü yukarıda verdiğim Türkiye haritası örneğinde olduğu gibi sistematik bir biçimde içeriye hapsedilmişken, tasarlanmış, üretilmiş ve şekillendirilmiş kimi seçilmiş isimler dünyanın planlanmış gidişatına hizmet edecek şekilde öteden beri memur kılınmışlardır.

Artık oyun bozulmuştur ve eğer bundan evvelki süreçlerde yaşananlardan gerekli çıkarımlar kazanım hanesine kaydedilirse bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.