Eyvah ya savaş biterse

Öyle çok değil, biraz geriden gelerek bugüne dek milletçe yaşadıklarımızın kronolojisini oturup alt alta yazmak lazım zaman zaman.

2008 ve sonrasındaki beş yıl boyunca ABD başta olmak üzere dünyanın önde gelen ekonomilerinin maruz kaldığı ekonomik krizin Türkiye nazarında gerçek manada ‘teğet’ niteliğinde olması Türkiye’nin ekonomik atılımına sahne olmuştu.

Öyle sanıyorum ki, şimdi değilse bile, bu tarihlerde neler olup bittiği ve bu olup bitenler karşısında Türkiye’nin aldığı pozisyonla krizi nasıl bir fırsata çevirdiği iktisat derslerinde anlatılacaktır.

Yeni ticaret usullerinin geliştirilmesi, alternatif bankacılık anlayışı, para transferlerinde yeni metodlar, ikili ve çoklu ekonomik işbirliklerinde ödeme aracı olarak alışılageldik para birimleri dışında para birimlerinin kullanımına yönelik aksiyonlar, iki ülke alışverişleri için geliştirilen sisteme başka ülkelerin de ilgi göstermeye başlamaları, güvenli ve istikrarlı ekonomi olması yönüyle dünya üzerinde serbestçe dolaştığı varsayılan sermayenin Türkiye’ye yönelimi, yeni bir ekonomik çevrenin oluşumu ve bu ekonomik çevrenin ekonomik merkezi pozisyonuna doğru gidiş… Bunların hepsi konuşulacaktır eminim.

Siyasetin üslubu çerçevesinde ‘IMF’ye olan borcumuzu bitirdiğimiz gün’ olarak tariflenen tüm bu gelişmeler sonrasında neler olmadı ki? Hatırlamakta fayda var;

Önce ‘Gezi Kalkışması’ organize edildi. Vandallar tarafından, ülkenin yağmalanmaya başladığına dair görüntüler dünyanın bütün haber ajanslarında, bütün televizyon kanallarında canlı yayınlanırken aslında söylenmek istenen “başka bir dünya kurma girişimlerinin bedeli işte budur” cümlesiydi. Toplum nazarında bir karşılığı olmasa da zaman zaman endişeye kapılan ve olan biteni kötü bir sonuca gidişatla yoranların varlığının tam da artmaya başladığı, onurlu insanımızın başının öne eğilmeye başladığı bir zamanda bu ülkenin lideri işte o yere düşen bakışları göğe kaldırdı. Doğrusu bu ya başka da bir şey yapmaya gerek de kalmadı zaten. Başımızın eğik değil aksine dik olması bile yetti olayların sona ermesine.

Sonrasında 17-25 Aralık 2013 tarihlerini hatırlıyoruz. Güya yolsuzluklar üzerinden hareketle, ellerine tutuşturulmuş “biz buraların ağasıyız, biz ne dersek o olur, siz misiniz bizi dinlemeyen, öyleyse sizi şöyle alalım” çuvalına önüne gelen ne varsa doldurmakla vazifelendirilmiş haşhaşi tayfasının operasyonunu da boşa çıkardı bu toplum.

Bu atmosferde 2014 yılı seçim yılıydı. Yerel seçimlere bu atmosferde girilirken sanılıyordu ki iktidar değişecek ve arzu ettikleri isimlere ülkeyi teslim edecekler. Ama öyle olmadı, şer odaklarının beklentisi bir kez daha boşa çıktı ve millet devletine sahip çıktı. Sonrasındaki süreçte halk reisini de seçerek cevapların en esaslısını vermiş oluyordu.

2015 genel seçimlerinde “hani belki, olur ya” denemesiyle güçlü iktidar yara alınca olanları hatırlıyorsunuzdur. Koalisyon ihtimali, hükümetin kurulamama olasılığı sonrasında terör belasını musallat ettiler üzerimize. Öyle bir terör yelpazesinden bahsediyoruz ki, DEAŞ’ından, FETÖ’süne, DHKPC’sinden, PKK’sına kadar hemen hiçbirinin bir diğerinin kuyruğuna basmadan organize olabildiği bir yelpaze bu.

Lakin toplum nazarında birliğin ve beraberliğin önemi öylesine karşılık bulmuştu ki, ayrılık gayrılık bir kenara bırakılmış, yaşanmakta olan günübirlik sorunlar görmezden gelinerek asıl soruna öylesine odaklanılmıştı ki, devletin de dirayetinin görülmesi ile birlikte teröre kafa tutan bir toplum davranışını da gördük bu süreçte.

Ve ennihayetinde tüm bu planlar alt üst olduğunda askeri darbe için düğmeye bastılar bu kez. Darbe başarılı olsaydı süreç işgale evrilecekti belli ki. Ama bu kez de çıplak elleri ile tankların karşısına çıkan bir halk vardı ülkenin meydanlarında. Olmadı, yapamadılar, beceremediler, müsaade etmedik…

Sandılar ki, komuta kademesinin büyük bir bölümü tasfiye edilen ordunun beli bükülecek. Sandılar ki, Suriye’den gelen tehditler karşısında, dünya sisteminde gitgide yalnızlaştırılmak istenen Türkiye günün sonunda ‘pes’ diyecek.

Peki ne oldu?

Fırat Kalkanı Harekatı başladı. Önce Cerablus ‘insanca’ alındı. Sonrasında civar civar temizlendi bölge terörden. Ve derken el-Bab’a dayandık. Belki bu yazının okunduğu saatlerde oradan da hayırlı haberler gelmiş olacak. Bataklık kavramının içinde barındırdığı bütün anlamları yedeklenerek kurdular cümlelerini. Öyle ya, Suriye, Ortadoğu bir bataklıktı, ne işimiz vardı orada, eyvah ki ne eyvahtı, yanmıştık, bitmiştik, kül olmuştuk. Ama öyle olmadı.

Bir de bunun üstüne, Halep’te yaşananlara yine ‘insanca’ müdahale edip ‘insanlığın son adası’ olduğumuzu tüm dünya kamuoyuna bir kez daha gösterince oyun yine bozuldu. Eğer sabote edilmez ise, şu an ülke genelinde bir ateşkes hakim. Üstelik terör örgütü olarak nitelendirdiğimiz yapılar ateşkes kapsamı dışında tutuluyor. Olur mu olur, belki savaş sona erer de yeni bir Suriye doğar mazlumların dualarından.

Gelmiş olduğumuz nokta itibarıyla, bundan sonraki süreçte “eyvah ya savaş biterse” lobisinin de hamlelerini göreceğiz, bundan emin olun.

Karşılaştığımız her zorluk bizi bir sonraki zorluğa hazırlıyor biz farkında olmasak da…

Bu ülke bir şeye niyet etmiş durumda, bir iddiası var. Ve daima bu iddiasından imtihana tabi tutulacak, bunu böyle kabul etmemiz gerekiyor.

Bu süreçte bize düşense, evvela birbirimiz sonra insanlık için birer el-emin haline dönüşmek ve olan biteni yaradan Rabbimizin adıyla okumaktan ibarettir. Biri Hz. Peygamberin ilk sünnetidir bana kalırsa, diğeri ise Cenab-ı Allah’ın ilk ayeti. Bu iki husus seferdir, gerisi ise nasip meselesidir.