Eşik

Eşik kavramının bizim gelenek ve yaşantımızda kritik bir yeri olduğunu düşünüyorum. Başlangıç yeri, başlangıç noktası, başlangıca yakın nokta anlamına geldiği gibi, kapı girişi, kapı boşluğunun alt kısmında bulunan basamak gibi anlamlarına da gelir. Aynı zamanda, mesela, coğrafyada, müzikte, psikolojide de karşılığı olan bir kelimedir. Telli çalgılarda, tellerin üzerine oturduğu köprüye, karalar üzerinde veya deniz diplerinde birbirine komşu iki çukurluğu ayıran tümsek biçiminde, üzeri çoğu kez düz kabartılara da eşik denir. Psikolojide de, bir tepkinin başlamasında, ortaya çıkmasında etkili olan ruhsal, fizyolojik noktanın adı eşiktir. Her halükârda eşik, bir konumdan, durumdan, noktadan, süreçten, bir başka konuma, duruma, noktaya, sürece geçişi ifade eder.

Eşikte durmak pek hoş karşılanmaz bizde. Bir an evvel terk edilmesi gereken bir yerdir. İki ayrı atmosferin, iki ayrı iklimin, iki ayrı dünyanın, iki ayrı akımın, iki ayrı havanın, iki ayrı durumun, iki ayrı sürecin, iki ayrı anlayışın arasında kalan yerdir. Olması gereken şey, eşiğin sadece geçiş için kullanılmasıdır. Daimi olarak durulan, kullanılan bir yer olmaması icap eder.

Bu bölgede uzun süre geçirmek, bu bölgelere yerleşmek, bu bölgeleri mesken tutmak, bu hali daimi konum olarak kabul etmek doğru bir davranış biçimi olarak görülmez. Geçici bir yerdir, geçiş için zorunlu olarak kullanılan bir alandır. Eh hali ile, bu kabul, hurafelerde de yerini almış ve ‘uğursuzluk’ getireceğine inanılmıştır. Ayrıca bu gibi yerlerde iki akım arasında kalmanın, cereyanda kalma olarak tabir edilen bir duruma maruz bırakması dolayısıyla bir takım hastalıklara sebebiyet vereceği kabul edilir.

Eşik atlanması gereken bir yerdir. Engelleri aşmak, zorlukların üstesinden gelmek anlamında kullanılan bir deyim vardır; eşik atlamak…

Bunlarla beraber, içinden geçmekte olduğumuz zamanlarda, bizim, en çok kullandığımız kavramlardan biri olmuştur eşik. Siyasi olarak, ekonomik açıdan, toplumsal düzey anlamında hep bir eşikten bahsedilir oldu.

Suriye mevzuunda, öyle bir eşikteyiz ki, o eşiği aşabilsek bir başka durumda, o eşikten geri döndüğümüzde bir başka durumda olacağımızı söyleyip duruyoruz sürekli. Siyaset mekanizmasında, yeni bir duruma geçiş aşamasında olduğumuzu, bu yeni duruma geçip geçemeyeceğimizin önümüzdeki sürecin en önemli belirleyicilerinden biri olduğunu yazan,  çizen, konuşan ne çok insan var. Uluslararası ilişkilerin kendisine has denge politikalarında nerede ve nasıl konumlanacağımızın karar aşamasında olmamızı da eşik kavramı üzerinden tarifleyenler mevcut. Ekonomide, görünmeyen bir çıtadan söz ediyor hemen herkes. Bir takım göstergeler gözleyen gözler, her şeyin iyi olmasını bu çıtanın aşılmasına endeksliyorlar. Avrupa Birliği kapısında uzun süren bekleyişler filan… Hep bir eşik hali…

Bu eşikte uzun süreli kalmanın getirdiği ‘uğursuzluk’ hayli yorucu olmaya başladı artık. Ne olacaksa olsun artık noktasına getiriyor herkesi. Ya yeni bir durum ya da… İşte bu ‘ya da’ sonrasına ilişkin olarak Türkiye Cumhuriyeti yönetim kademesinin hareketlerine yön verdiğini gördüğümüz  ‘kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz’ anlayışı oldukça önemli geliyor bana; eşikte olmanın yoruculuğundan kurtulmak, bir istikameti belirlemek, bir kararı verip verilen karar her ne ise oraya yönelmek açısından önemli.

Eşikte daha fazla kalamayız, kalmamalıyız. Eşikte bekliyor olmak, kararsızlığı, belirsizliği, bilinmezliği beraberinde getireceği gibi aynı zamanda da bu olumsuzluklardan hareketle başka arızalara da yol açmaktadır. Bu havanın bir an evvel dağılması gerekir.

Yeri gelmişken ifade edeyim, durmakta olduğumuz bu eşik noktaları, hasbelkader vardığımız bir noktadan daha ziyade mecburiyetlerimizden ileri geliyor. Ölmeye değil olmaya dair, yaşamaktan ziyade yaşatmaya dair yolculuğumuzun kaçınılmaz olarak geldiği yerdeyiz artık.

Bana kalırsa Türkiye önünde beklediği bütün eşiklerden kurtulmanın arifesine kadar gelmiş durumdadır. Umuyoruz ki, bu arife bir bayram arifesidir.