Muarızlarınca / düşmanlarınca, İslamcılara AK Parti merkezli olarak yönetilen iki soru var.
Bunların cevapları bulunmadan, İslamcıların istikametleri konusunda doğru bir çözümlemede bulunmak zor gibi görünüyor.
Birinci soru: İslamcılar Erdoğan’ı neden seviyor?
İkinci soru: İslamcılar, hırsızları koruması da dahil, aynı zamanda yeni rant üretimi olan mekanın ticarileştirilmesinden, tarihi yapıların turistik tesislere dönüştürülmesine kadar birçok konuda yanlışlıkları ayyuka çıkan AK Parti’yi neden destekliyorlar?
Öncelikle, “Erdoğan sevgisi”, sadece İslamcılarla kayıtlı bir sevgi değildir.
Türk siyasi tarihine mal olan bu sevgi, daha önce Menderes’e, Özal’a duyulan sevgiyle benzerlikler de taşımasına rağmen, bunların üstüne çıkan bir sevgidir.
Menderes, 27 yıl süren CHP zulmüne karşı bir kurtarıcı; Özal, askeri darbenin neden olduğu bireysel ve toplumsal yaraları saran biri olmaları bakımından sevilirken, Erdoğan demokratikleşmenin, sivilleşmenin ve özgürleşmenin bir simgesi olarak sevilmiştir.
Bu yanıyla Erdoğan sevgisi öncekilere göre daha genel ve toplumun tüm kesimlerinin ortak talebi olması bakımından da daha etkili bir sevgidir.
Çünkü Erdoğan, kendisi de bizzat onun mağduru olarak 28 Şubat zulmünün tahammül edilemez boyutlara ulaştığı bir zamanda başlatmıştır müstakil yürüyüşünü.
Siyasi hayatının kilitlenilmek istenildiği noktada, vakfederek açmıştır hayatını vatan ve millet davasına…
Ağzı yaşmaklı ninelerin, elleri tesbihli dedelerin mırıldandıkları dualara, huzurlu bir istikbal talebi olarak dahil olmuştur bu yüzden.
Namaz kıldıkları için ordudan atılan subay ve astsubayların, örtülü oldukları için okuma hakları ellerinden alınan, peruklu eğitime zorlanmakla, daha çocuk yaşta bir tür zihni çatışmaya maruz bırakılan kız öğrencilerin gözyaşlarıyla yıkanan dualarıyla sabitleşen sevginin adresi olmuştur Erdoğan.
Sadece bunların mı? Hayır!
-Sistemin tıkandığını ve ona yeniden işlerlik kazandıracak sivil bir aklın hakimiyetinde güçlü bir iktidara ihtiyaç olduğunu görenlerin,
-Mevcut askeri vesayetin kaldırılmasını, demokrasinin güçlendirilebilmesinin şartı olarak kabul edenlerin,
-Serbest pazar ekonomisinin uygulanmasını, yabancı sermayenin içe çekilmesini ekonomik bir rahatlamanın ve uzun süreli bir istikrarın gereği olarak değerlendirenlerin,
-AB’ye katılmayı demokrasinin ve sivilleşmenin en önemli unsuru sayanların,
-Kemalizmin tavizsiz bir tutumla iptal ettiği kardeşlik hukukuna işlerlik kazandırılmasını arzu edenlerin;
-Siyasi istikrarsızlık nedeniyle önlerini göremedikleri için, yeni yatırımlar yapamayan, uluslararası ortaklıklar kuramayan, dolayısıyla kârlarında kayıplar yaşayan kapitalistlerin,
-Tezgahlarını, dükkanlarını ancak vergileri ödemeyebilmek için açık tutabilen, küçük sermayeli ve yarını belirsiz esnafın da umudu ve dolayısıyla her kesimin sevgisini celbeden biri olmuştur Erdoğan.
Erdoğan bu sevgi tablosuyla birlikte girmiştir seçimlere. İslamcıların, vatan ve millet eksenli düşünceleri, aruzları ve fiili gayretleri nedeniyle bu tablonun dışında kalmaları muhaldir.
Müslüman olmakla ümmet bilincine sahip bulunmanın; İmam Hatip kökenli olmakla yürüyüşünü başarıya bitişik tutmanın; mağdur ve yaralı olmakla mağdurun ve madunun yanında yer almanın adı olarak Erdoğan, herkesten önce İslamcılar tarafından benimsenmiş, sevilmiş ve desteklenmiştir.
Bu yaklaşım Erdoğan’ı, partiyle eşitlemekten kaçınan bir yaklaşımdır aynı zamanda.
Çünkü İslamcılar, onun partisinin de diğer partilerin kurulma ve faaliyet yapma şartlarına bağlı olduğunu bilmekle birlikte, Erdoğan’ın milletine merhametli olmayan devlet ile inanç, ifade, eğitim ve çalışma özgürlüğünü kısıtlayan devlete küsmüş olan milletin haklarını birlikte gözetebileceğini, her iki duruma göre baskın hale gelen yanlış uygulamaları düzeltebileceğini öngörmüşler ve nitekim bunda da yanılmamışlardır.
Bu manada Erdoğan, Türklük ve Müslümanlık ekseriyetinde, farklı dinlerin ve kavimlerin de iç içe yaşadıkları bir vatanda, dolayısıyla onları topluca temsil eden laik bir devlette Müslüman bir lider olarak daha adaletli, kaynakların paylaşımı konusunda daha dürüst, içeriye karşı merhametli, dışarıya karşı onurlu bir yönetimin gerçekleştirilebileceğine dair en güçlü umudu oluşturmuştur.
Erdoğan’ın başbakanlık yaptığı dönemde, bu doğrultuda alınan kararlar ve yapılan uygulamalar masaya yatırıldığında, millet ve devlet adına ortaya çıkan kazanımların boyutu çok daha iyi görülebilecektir.
Bu arada, laik devletle dindarların barıştırılması, Müslümanların kendilerinin belirlemedikleri bir sistemin içine çekilmeleri açısından, iki tarafı da keskin bir bıçak benzetmesiyle ifade edilebilecek, kimi ciddi meseleler de doğmuş olmasına rağmen, Erdoğan’ın sırtını yasladığı büyük sevgiyle, güçlü millet ve güçlü devlet misyonunu kararlılıkla ortaya koyması, içeride ve dışarıda bunun gerçekleşmesini istemeyenlerin karşı harekete geçmelerini beraberinde getirmiştir.
İslamcıların kaçınılmaz olarak Erdoğan’ın yanında yer almaları ve onun tarafından temsil edilen siyasi yapının (partinin, devletin) destekçisi olmaları, tümüyle bu çatışmanın (deyim yerindeyse savaşın) ürettiği bir sonuçtur.
Erdoğan’ın, aile fertleriyle birlikte “şahsen” yıpratılması da dahil, en ahlaksız saldırılara maruz kaldığı bu çatışmada, öncelikli olarak Müslüman ve dünyanın neresinde olurlarsa olsun zor durumdaki Müslümanların yardımcısı olma vasfı nedeniyle hedef seçilmesi İslamcıların, onun temsil ettiği yapıları da içkin olarak onun yanında yer almalarına neden olmuştur.
Bunlardan bakıldığında İslamcıların, Erdoğan sevgisinde daimi; Erdoğan nedeniyle devletçi olma (ya da sayılma) konusunda ise geçici bir siyasi tercihte bulunduklarına hükmedilebilir.
Yine bu bağlamda onların AK Parti’nin olumsuz icraatları konusundaki tutumlarının benimsenmiş bir suskunluk olmadığını, bilakis yukarıda belirtilen durumlar nedeniyle ertelenmiş bir hesaplaşma niteliği taşıdığını söylemek mümkündür.