Kemal Kılıçdaroğlu, AK Parti’nin başkanlık sistemi teklifine karşı çıkarken, Türkiye’nin yüz kırk yıllık parlamenter sistem deneyiminden söz etmekle, devlet olarak varlığımızı 23 Nisan 1923 tarihinden başlatan ve dolayısıyla devasa bir geçmişin inkarcılığına inatla tutunan CHP zihniyetini kısmen aşmış olsa da, aynı ortamda dile getirdiği, “Şimdi bir kişinin arzusu üzerine 140 yıllık bir çabayı alıp bir tarafa atacağız ve Türkiye’ye özgü bir Başkanlık Sistemi getireceğiz, neden? Bir Allah’ın kulu çıkıp haklı bir gerekçe söylesin. Bir kişinin arzusu üzerine bunlar yapılır mı? Şunu söylüyorlar, ‘Parlamento yeteri kadar çalışmıyor’, parlamentoyu kanun çıkarma fabrikası olarak görmek kadar büyük bir hata olamaz. Parlamentolar kanun çıkarma fabrikaları değildir, hala bu gerçeği eğer bu ülkeyi yönetenler öğrenememişse biz bunlara Allah aşkına neyi öğreteceğiz” şeklindeki iddia ve ispat talebiyle tutarsızlıktan yine kurtulamadı.
Çünkü öncelikle bir iddia nesnel bir hüküm, karar, durum, husus ya da olay üzerinden yürütülür. Oysaki başkanlık konusu, şartları henüz oluşturulmamış bir teklif niteliğindedir. Başkanlık sistemine geçilmesinin arzulandığı beyan edilmiş fakat bunun esaslarının ne olacağı, uygulanmasında hangi yöntemlerin izleneceği henüz netleştirilmemiştir; ilgili konuların AK Parti ile MHP arasında şekillendirilmeye çalışıldığı malum olsa da, henüz tarafların görüşme masasından net bir teklif fotoğrafı halen alınmamıştır.
İkinci olarak tüm boyutlarıyla somutlaşmamış bir husus üzerinden ispat talebinde bulunmak, canavar sanarak yel değirmenlerine karşı savaş açan Don Kişot’u oynamaktır. Bu bahiste daha da ilginç olan, ispat talebini beyan ediyormuş gibi yaparak, muarızını ispattan aciz gösterme uyanıklığı yapmaktır ki bu, ilkokul çocuklarının münazarasında bile başvurulabilecek bir şey değildir.
Sanırım Kılıçdaroğlu da, başkanlıkla ilgili iddia ve ispat taleplerindeki tutarsızlığını ve itiyadı olduğu üzere yine gereksiz yere çamlar devirdiğini fark etmiş olmalı ki, yukarıda zikrettiğim sözlerini sarf ettiği günün akşamında, kapılarının, gerekli hususları görüşmek üzere Başbakan’a açık olduğunu söyleyerek, mezkur tutumuyla birlikte sözlerini tashih etti.
Tashih etti etmesine de, buna neden olan şu asıl gerçeği kapatmaya muktedir olamadı:
Bir zaman önce “seni başkan seçtirmeyeceğiz” sloganına tutunarak, akıllarınca Cumhurbaşkanı Erdoğan’a tepki duyanların oylarını çarpıp, iktidara ortak olacaklarını sananların, bugün siyaset sahnesinin dışında olmak bir yana, halkın karşısına çıkacak yüzlerinin bile kalmadığını, Kılıçdaroğlu bir anda anlamıştı ya da daha iyimser bir tahminle birileri Kılıçdaroğlu’nun (kulağını çekmişler diyemeyeceğimize göre) anlamasına yardımcı olmuştu.
Çünkü başkanlık ya da cumhurbaşkanlığı konusu, Kılıçdaroğlu’nun inatla iddia ettiği gibi, Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsıyla kaim olan bir konu olmadığı gibi mevcut parlamentonun az çalışma problemini aşmaya yönelik bir arayış da değildi.
Konu, her şeyden önce hem mevcut sistemin tıkanmışlığıyla hem de bu tıkanmışlığı aşmak için cumhurbaşkanını halkın seçmesi yönünde yapılan uygulamanın, doğru ve etkili yönetim açısından hak ettiği karşılığı bulamamasıyla ilgiliydi.
Evvel emirde konunun Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsına, daha açık söyleyişle başkan olma arzusuna (muhaliflerinin iddiasına göre de hırsına) bağlanması imkansız bir durumdu.
Çünkü, Erdoğan’ın mahkemenin kadıya mülk olmadığını müdrik bulunan, diriyken kefen giymiş biri olarak ülkesine hizmet eden biri olduğuna cümle alem tanıktı.
Bu durumda konu, salt yönetim sistemini güçlendirerek Türkiye’nin önünü açmaktan ibaretti.
Görünen odur ki, CHP’ye rağmen başkanlık sistemi teklifi halkın önüne getirilecektir. Türkiye’yi kuran parti olduğunu her fırsatta övünçle söyleyen CHP’nin, geleceği karartmaya çalışan bir parti olarak damgalanmamak için şu ya da bu oranda ilgili çalışmalara katkı sağlayacağını tahmin etmek hiç de zor değildir.
Bu bakımdan, Kılıçdaroğlu’nun mezkur iddia ve ispat taleplerindeki tutarsızlığın ciddiye alınmaması gerektiği de ileri sürülebilir.
Doğrudur, ben de öncelikle unutulmasın, kayıtlara girsin diye ve saniyen bu bağlamda mümkündür ki Kılıçdaroğlulaşmışların gözleri açılsın diye yazdım.
Bir milletin yönetim kodları öyle yüz kırk yılda değişivermez. Hele hele o kodlar milattan öncesi ve sonrasıyla yaklaşık iki bin yılda mal oluşmuş kodlarsa iki yüz kırk yılda bile değişivermez.
Bizim yönetim kodlarımızda, çevresinde akillerden oluşan bir istişare halkasının bulunduğu adam gibi adamların başkanlığı yerleşiktir. Dolayısıyla başta parti, patırtı işleri bizde tefrikadan başka bir sonuç vermez ve vermemiştir de.
Elbette, dünyadaki ilgili yeni deneyimleri gözetmek, izlemek ve gerektiğinde seçerek uygulamak bir zorunluluktur.
Ama son tahlilde şu hakikat değişmemektedir: Her millet, yönetici olarak kime layıksa onu seçer ki, bu konuda acı, tatlı, olumlu, olumsuz yönleriyle bizden daha deneyimli bir millet yoktur.
Madem şu anda iyi yöneticiler tarafından yönetiliyorsak, onların ellerini güçlendirmek, ayaklarına dolanan teferruatları bertaraf etmek de millet olarak bizim hakkımızdır.