El-Halil: Esir şehrin hikayesi

El-Halil, Kudüs’ün otuz beş kilometre güneyindeki şehirdir.

Resmi olarak Filistin Devleti’ne bağlı olan şehrin nüfusu yüz yirmi bin civarındadır ki, tamamı Filistinlidir.

Adındaki “el: belirlilik takısıyla” doğrudan Hz. İbrahim’e nispet edilir.

Hz. İbrahim’in Amori olduğu tahmin edilmektedir. Nitekim, Arabistan’dan gelerek, Mezopotamya, Suriye ve Filistin’de, Akadlarla son Ur Hanedanlığı’nın mülklerine hakim olan Amorilerin (Arapların atalarının) dili Sami kökenlidir; İbrahim= Abram adı da bu dildendir.

Amoriler MÖ. 1600’lü yıllarda çökmeye başlar. Hz. İbrahim’in Harran’dan Birüssebi’ye gelişi ve bir süre sonra El-Halil’i mekan tutması da bu tarihlerdedir.

Her ne kadar George E. Mendenhall, Orta Tunç Çağı halk şarkılarında adının geçmemesinden dolayı varlığına bir soru işareti düşse de o gerçek tarihi bir kişiliktir (Bkz. Antik İsrail’in İnancı ve Tarihi, Çev. Mia Pelin Özdoğru, İnsan Yayınları, 2016).

Hz. İbrahim’in, Birüssebi’de kaç yıl kaldığını bilmiyoruz, çünkü onun Filistin’deki hikayesi El-Halil’e gelişiyle açılıyor.

Öte yandan, Kudüs isminin kitabi dinlere girişi de aynı tarihlerde başlıyor. Nebi(?) Hezekiel’in “Kudüs’ün babası Amori (Arap), anası da Hitit’tir” sözü sanki bunu ima ediyor.

Tevrat, Hz. İbrahim’in yirmi beş yaşında Harran’dan çıktığını söylüyor. Bu bilgiye itibar ettiğimizde, Hz. İsmail’in burada doğmuş olması gerekiyor.

Bu bilgiyi, devletlerinin yıkılışını takiben başka Amroilerin ana vatanlarına (Arabistan’a) dönmemiş olmalarıyla birlikte düşünürsek, Hz. İsmail’in annesiyle birlikte, babası tarafından Mekke’nin kurulacağı mekana bırakılması çok daha önemli hale geliyor.

Zira Hz. İbrahim, Hz. İsmail ile kendi kavminin ana vatanında yeniden dirilmesine vesile olurken, Hz. İbrahim’in milletinden olan Müslümanların Mekke’den gelip Kudüs’ü (dolayısıyla El-Halil’i) fethi de yine aynı bilgi üzerinden, nesiller boyu süren bir tür “eve dönüş” idealinin gerçekleşmesine dönüşüyor.

Hz. İsmail ilk oğul olduğuna göre, Hz. İshak (ve onun oğlu Hz. Yakup) da El-Halil’de doğdu demektir. Hz. İbrahim, Hz. İshak ile Hz. Yakup’un (eşleriyle birlikte) burada (Halilurrahman Camii’nde) medfun da olmaları nedeniyledir ki, İbranice (aynı anlamdaki) Hebron adıyla El-Halil, Yahudi kutsiyeti açısından Tiberya ve Safed şehirleriyle birlikte; Müslümanlar içinse tek başına Kudüs’e dahil ediliyor.

Memluklar zamanında Halilürrahman Camii’ne eklenen bir medrese ve bir şifahane ile sosyal açıdan da önemli bir şehir haline getirilen El-Halil’in hikayesi, 25 Şubat 1994 tarihinde, Amerikalı bir Yahudi’nin zikredilen mekanda namaz kılan Müslümanları tarayarak kırk sekiz kişiyi şehit etmesi başta gelmek üzere, bunun öncesinde ve sonrasındaki yüzlerce meşum olayla bugünkü sinsi işgale tabi esir bir şehir hikayesine bağlanıyor.

“Sinsi işgal” dedim. Birkaç gün önce, Parlamentolar Arası Kudüs Platformu, İstanbul’da, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılımıyla Kudüs ve Sürecin Problemleri adlı bir sempozyum gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanı’nın konuşması dahil, orada dile getirilen hususların çoğu bu terime yaslanıyordu.

Biz de daha basit (ve elbette fiili) bir örnekle bunu şöyle açıklayabiliriz:

El-Halil daracık bir vadinin içinde yer almaktadır. Bu vadinin girişine İsrail, yerleşimci Yahudiler (Mustavtinin) için küçük bir mahalle kurmuştur. Bu mahalledekileri korumak adına tam teçhizatlı Yahudi askerleri yolu tutmuş, nerdeyse El-Halil’e uçan kuşları bile onlardan izin almadıkça uçurtmuyorlar.

Sinsi işgal bununla bitmiyor. İkinci bir güvenlik noktası da (şehirde sürekli devriye gezen Yahudi askerlerini bir yana bırakalım) tam Halilurrahman Camii’nin girişine kurulmuş. Camiye giren Müslümanlar, dönmeli çelik kapıdan ve hemen ardından x-ray cihazından geçmek zorunda bırakılırken, Yahudiler bu girişin yanı başındaki (Caminin yarısının işgal edilmesiyle oluşturulmuş) sinagoga, adeta Müslümanlara nanik yaparak, ellerini kollarını sallayarak giriyorlar.

Kağıt üstünde Filistin Devletine ait görünen El-Halil’in gerçek hikayesi böyle olunca, Kudüs’ün ve sinsi işgale tabi tutulan diğer şehirlerin durumunu siz düşünün.

Ama değil mi ki, hikayeler ancak tanıklık sayesinde, yani rivayetten, malumattan gerçeğe aktarıldıklarında güçlü birer ibret numunelerine dönüşürler ve bundan da sahih idraklere, kavi tutumlara erişilir.

Bu bakımdan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yukarıda zikrettiğim 20 Kasım tarihli sempozyumda Kudüs’ün ziyaret edilmesi konusundaki şu sözlerini, El-Halil’i de dahil ederek okumak gerekmektedir:

“Rabbimiz İsra suresinde Mescid-i Aksa’nın etrafını nurlandırdığını ve bereketlendirdiğini ifade ediyor. Peygamber Efendimiz de, hadisinde açık ve net bir şekilde ‘Yolculuk, 3 mescit için yapılır. Benim mescidim, Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa.’ Böyle açık ve net bir şekilde yol göstermiş. Buna rağmen, Mescid-i Aksa’ya gitmemeyi yadırgıyorum.”

Ancak bu bilinç ve bu yaklaşım, esir şehir El-Halil’in hikayesini rivayet edileniyle ve gerçekliğiyle gündemimize almamıza, onun kurtarılması derdiyle dertlenmemize ve bu yönde çareler üretmemize sebep olabilir.