Dost’un dostunun evi: El-Halîl

Kudüs’e kadar gidip, el-Halîl’i ziyaret etmeden dönerseniz, sanki uzaktaki baba ocağınıza kadar gitmiş ama babanızın elini öpmeden dönmüşsünüz gibi bir duyguya kapılırsınız.
Çünkü, el-Halîl, Kudüs’ü Kudüs kılan tüm peygamberlerin babası, Allah’ın kendisini çok sevdiği, halîl/dost edindiği (Nisa suresi 4:125) Hz. İbrahim’in yurt tuttuğu yerdir.

Kim Allah’ın dostu ise, o Hz. Peygamberin de dostudur. Nitekim Peygamberimiz, “Her peygamberin diğer peygamberlerden bir dostu vardır. Benim dostum ise atam ve Rabbimin dost edindiği İbrahim’dir” diye buyurmuştur.

Dolayısıyla, Allah ve Peygamberi kimi dost edinmişse, o müminlerin de dostudur ki, İbrahim Halîlullah’ın yurt tuttuğu yer olarak el-Halîl, bu dostluğa mahsus hatıranın hem hakikati hem de hayatımıza bizzat yansıması bakımından, ziyareti gerekli olan mekânlardandır.

Batı Şeria’da yer alan, Kudüs’e 32, Gazze’ye 55 km. uzaklıkta bulunan ve bugün yüz elli bini aşkın (ve tamamı Müslüman) bir nüfusa sahip olan el-Halîl’in (İbranice: Hebron), şehir olarak 20 yılında Herod Antipas tarafından yaptırıldığı sanılmaktadır.

Halîlurrahman Camii olarak bildiğimiz ibadetgâhın aslı, Hz. İbrahim, Hz. İshak ile Hz. Yakub’un (ve hanımlarının) “merkad-ı münifleri” üzerine, Hıristiyanlığın erken döneminde yapılmış kilisedir.

Emeviler, bu kiliseyi Haremü’l-Halîl olarak yeniden tanzim etmiş, Abbasiler ise, söz konusu kabirlerin asıllarının yer aldığı mağaranın tam üzerine denk gelecek şekilde sandukalar yaparak (dolayısıyla kabirleri alta gizleyerek) orayı cami haline getirmişlerdir.

Haçlılar Kudüs’ten çok kısa bir süre sonra el-Halîl’i de işgal ederek (1099), camiyi yıkıp, yerine yine kilise yaptılar. Selahaddin Eyyübi, el-Halîl’i Haçlıların işgalinden kurtardığında (1187), kiliseyi tekrar camiye çevirdi ve Askalan Camii’ndeki minberi buraya naklettirdi.

Bu minberle ilgili, kimileri efsaneye dönüştürülen çeşitli rivayetler vardır. Bunlardan en çok bilineni, Nureddin Zengi’nin Halep’te Kudüs’ün fethi için iki minber yaptırdığı (1168), Selahaddin’in gençliğinde bunu bildiği ve Kudüs’ün fethi kendisine müyesser olduğunda, bunlardan birini Kudüs’te Kıble Camiine, diğerini ise el-Halîl’deki camiye koydurarak Nureddin’in hayalini gerçekleştirdiğidir.

Örneğin bu bilgi, Ali Emre’nin, geçtiğimiz Temmuz ayında okurlarıyla buluşan “Nureddin Zengi” adlı anlatısında (Temmuz Yayınları, İstanbul) şöyle yer alır:

“(Nureddin dedi ki, Kudüs’ü) bir gün birlikte gider görürüz inşallah. Yalvararak değil, hakkımız olanı yeniden alarak. Oraya gidip gelenlerle görüşüyorum ara sıra. Çok değiştiğini hatta bazı yapıların, mabetlerin, camilerin, mahallelerin tanınmaz hale geldiğini söylüyorlar. Kudüs’ü sımsıkı tutmalıyız aklımızda. Bütün cehdimizin, gayretimizin merkezine Kudüs’ü koymalıyız hatta. Bunu anlamalı bunu anlatmalıyız. Üzerine ölü toprağı serpilenleri biraz da olsa uyandırabiliriz o zaman. Biz göremesek bile evlatlarımız, bizden sonra gelenler orada sevinçle ezan seslerini duyabilmeli, namaz kılabilmeli, oranın hürmetini iade edebilmeli. Aksa Mescidi’ne konması için bir minber yaptırmayı düşünüyorum. Biz gitmeden evvel, barış yoluyla da koydurabiliriz belki onu.”

Kıble Camii’ndeki minberin 21 Ağustos 1969’da İsrail tarafından (bilahare akıl hastası olduğu söylenilen) bir özel görevliye yaktırıldığı malumdur. El-Halîl’deki minber ise, kündekârî (çivi ve tutkal kullanılmaksızın yapılan ahşap doğrama) tarzının en güzel örneklerinden biri olarak ayaktadır.

Memlükler ve Osmanlılar devirlerinde, yönetim açısından önemi kimi zaman artarak (sancak olarak) kimi zaman azalarak ama mübarek bir belde olarak değeri daima korunarak bugünlere erişen el-Halîl, 1948’de Ürdün Krallığı’na dâhil edildi; 1967’deki Altı Gün Savaşı’nda ise, o da Kudüs gibi, İsrail’in işgaline uğradı. O gün bugündür el-Halîl, İşgal güçleriyle Filistinli Müslümanların çatışma alanıdır. 1994 yılının Ramazan ayında, Halîlurrahman Camii’nde ibadet ederken, İsrail tarafından şehit edilen 67 Müslümanın acısı da halen taptazedir.

Bugün itibariyle kâğıt üstünde Filistin’e ait görünen el-Halîl şehrinin giriş çıkışları İsrail tarafından kontrol edildiği gibi, işgal sonrasında bir bölümü sinagoga çevrilen Halîlullah Camii’nin giriş çıkışları da yine İsrail tarafından kontrol edilmektedir. Dolayısıyla şehirdeki, sayıları beş yüzü geçmeyen Yahudi nüfusla, yakınlarındaki mustavtin Yahudilerin (yerleştirilmişlerin) korunması adına İsrail’in Müslümanlara karşı uyguladığı şiddet, gün be gün artarak devam etmektedir.

El-Halîl halkı, beldenin mübarek oluşundan mıdır, yoksa suyundan, havasından mıdır tam bilinmese de Filistin’deki en çetin halktır.

Çetinlikten kastım, bu halkın İsrail’in zulüm ve şiddetinden yılmayan, inançlarına ve onurlarına son derece düşkün olan, vatansever bir halk olarak nitelenmesindendir.
El-Halîl’de çocukların bile gözleri çakmak çakmaktır; İsrail askerlerinin umulmadık bir anda, herhangi bir neden de gözetmeksizin patlatabilecekleri silah seslerine alışık, adeta ölümle arkadaş gibidir o çocuklar…

Müslümanların Mekke, Medine ve Kudüs’ten sonra mübarek saydıkları dördüncü belde olan (ve bir beşincisi bulunmayan) el-Halîl, işgal ve zulüm şartlarında çelikleşerek büyüyen o çocukların ellerinde ancak özgürlüğünü yaşayacak ve geleceğe aktaracak gibi görünüyor.

Bizler ise, orayla olan kopartılamaz bağımızı beyan tahtında, (şimdilik) birer mahzun ziyaretçilerden ibaretiz.