Dolar büyük bir şaka reis, ama ona ne kadar gülebiliriz?

Bir ada varmış. Adanın sakinleri geçimlerine ilişkin faaliyetlerini takas esası üzerinden sürdürürlermiş. Yani ürettikleri, hizmete sundukları herhangi bir ürünün fiyatını yine üretilmiş ve/veya hizmete sunulmuş bir başka ürünün fiyatından hareketle belirlerlermiş. Mesela bir elmanın yumurta cinsinden fiyatı olduğu gibi bir çift ayakkabının da elma cinsinden, bir canlı tavuğun tabanı delinmiş bir ayakkabının tamir bedeli cinsinden oluşurmuş fiyatı. Bir elma alabilmek için üç yumurtadan, filan özelliklere sahip bir çift ayakkabı alabilmek için yüz elmadan vazgeçmeniz icap edermiş. Böyle sürermiş hayat.

Günün birinde bu adaya -rivayet odur ki- bir takım elbiseli beyaz adam gelmiş. Piyasayı incelemiş ve piyasa her nedense karmaşık gelmiş kendisine. Adanın ileri gelenlerini toplamış ve onlara bir teklifte bulunmuş. Demiş ki; “Bakın bu elimde görmüş olduğunuz kâğıt parçasının adı dolardır. Her şeyin fiyatını bununla belirleyebilirsiniz ve tüm ödemelerinizi bunu kullanarak yapabilirsiniz. Üstelik bütün dünya bunu kullanır. Bu sizi dünyaya entegre eder, sizi içine kapalı bir ekonomi olmaktan kurtarır.

Hesaplamalarınızı, kazancınızı, borcunuzu, alacağınızı, biriktirdiklerinizi, yatırımlarınızı bunun üzerinden hareketle belirleyebilirsiniz. Mesela bir adet yumurtaya bunun üzerinden bir fiyat belirleyecek olursak bir adet yumurtanın bir dolar ettiğini kabul edebiliriz. Böylece bir adet elma için üç dolar fiyat belirleyebiliriz. Bu, mevcut sisteminize göre daha kolay değil mi sizce de? Üstelik diğer memleketlerle yapacağınız alışverişlerde de bunu kullanabilir ve böylece dünyaya açılabilirsiniz.”

Adanın ileri gelenleri oturup bu teklifi düşünmüşler. Kullanım kolaylığı açısından makul gelmiş kendilerine. Fakat akıllarına bir soru gelmiş; “Peki biz bu doları nasıl üretebiliriz?” “Üretmenize gerek yok” demiş takım elbiseli beyaz adam. “Bunu size ben temin edebilirim.” Arkasından bir soru daha sormuşlar; “Peki biz size bu verdiğiniz dolarlar için ne vereceğiz?” “Ben bunun karşılığında bir şey istemiyorum sizden, yine bana dolar olarak ödeyebilirsiniz size verdiğim dolarların karşılığını” demiş. “Şimdi ben sizlere şu kadar dolar vereceğim, bir yıl sonra geldiğimde siz bana o kadar doları ve şu kadar da o dolarları size kiralamamın bedelini bana ödeyeceksiniz, hepsi bu.”

Oturmuşlar tartışmışlar, orasından bakmışlar burasından bakmışlar, dünya ile uyumu, dışarıya açılma imkânını ve dolayısıyla zenginleşme ihtimallerini değerlendirmişler. Ve teklifi kabul etmişler. Takım elbiseli beyaz adam önemli miktarda parayı ada sakinlerine bıraktıktan sonra bir yıl sonra gelmek ve geldiğinde alacaklarını tahsil etmek üzere adadan ayrılmış.

Al bir doları, ver yumurtayı, ver şuradan bir elma al şu üç doları, komşu adaya ayakkabı sattım şu kadar dolar geldi, ayakkabı satmaya gittiğimde orada pek güzel elbiseler gördüm, şu kadar dolara aldım derken hayat kolayca ve elbette hızlıca akıp gitmiş ve bir yılın sonuna gelmişler.

Ve tabii ki, adam görünmüş adanın limanında. Oturmuşlar evvela, hoş beş derken, adam “Getirin bakalım dolarlarımı” demiş. Ada sakinleri seferber olmuşlar, elde avuçta olanı getirmişler adamın önüne. Saymışlar bakmışlar tüm parayı, bir yıllık ticari faaliyetlerin sonucunda, aldıklarının çok az altı mı desem, biraz üstü mü desem bilemedim, ama şöyle ifade edebiliriz herhalde neredeyse başlangıçta var olan paraya denk bir tutar var elde. Hani tabir yerindeyse ne artmış ne de azalmış dolar.

“Eee, peki şimdi n’olacak?” “Kolayı var” demiş adam. “Şimdi ben sizden verdiğim paranın kira bedelini tahsil edip gideceğim, siz bana verdiğim anapara kadar hâlâ borçlu kalacaksınız, onu da bir sonraki yıl geldiğimde masaya oturur konuşuruz nasılsa” demiş ve ayrılmış adadan. Herkes, paranın kira bedelinin hissesine düşen kısmından vazgeçerek kalan paralarını almışlar geriye.

Bu yıl biraz daha farklı olmalıymış onlar açısından. Daha fazla dolar getirecek işler düşünmüşler. Öyle ya, adam yeniden çıkıp geldiğinde, onun önüne daha fazla dolar koymalılarmış. Bu yüzden daha fazla ihracat yapmak ya da elinde dolar bulunanların ülkelerine gelmelerini temin etmek ve onların dünyanın herhangi bir yerinden yapabilecekleri alışverişlerini buradan yapmalarını sağlamak, almayı düşündükleri hizmeti buradan sunmak durumunda olduklarını düşünmüşler. Buna dair politikalar geliştirmişler aralarında. Al şunu ver doları, ver doları buyur istediğin malı, filan ülkeden falan mal gelmiş, buradan öte memlekete şu cins ürün gitmiş derken geçmiş bir yıl daha.

Adam yine gelmiş, yine toplamışlar tüm parayı, eh işte biraz da olsa geçen yıla göre işler fena değilmiş, koymuşlar adamın önüne parayı, saymışlar bakmışlar, adam dolara ait kira bedelini almış, geriye kalan anapara bir hayli azalmış, yine aynı usulle herkes hakkı olan tutarı almış ve dönmüş hanesine.

Böyle böyle yıllar geçmiş ve sonuç olarak ada sakinlerinin elindeki avucundaki dolar miktarı gittikçe düşmüş. Hesap edemedikleri bir şey varmış ama ne? Hani o çok meşhur twite uyup da dolar basıp, ödeme imkânları da yokmuş ada sakinlerinin, ne yapacağız diye düşünürken bir yıl daha geçmiş, çıkmışlar adamın karşısına, koymuşlar tüm parayı. Bakmışlar ki, tüm parayı adama vermeleri halinde bile adama hâlâ borçlular. Ve böylece kimi evinden olmuş, kimi bahçesinden, kimi tezgâhını kaybetmiş kimi işini, kiminde hiç para yokken kiminde para birikmiş, parayı biriktiren başlamış borç vermelere filan, ortalık karışmış anlayacağınız. Adam adada söz sahibi de olmuş üstüne üstlük.

İki seçenek varmış önlerinde, ya bu sahte ama anlık olarak düşünüldüğünde güzel hayata devam edecekler ya da bir başka sisteme doğru yöneleceklermiş. Ama gel gör ki, elinde hatırı sayılır miktarda doları bulunup da artık tıpkı adaya gelen o adam gibi ikincil piyasalar oluşturup dolar borç verip dolardan dolar kazanmaya başlayanlarla, ada sakinlerine borç vermesiyle bilinen şahsın işbirliği yeni piyasanın tesisini imkânsız kılıyormuş her seferinde. Tartışmalar, çatışmalar, kamplaşmalar filanla geçmeye başlamış koca ömür. Ne tat kalmış adada ne huzur. Ne derlerse olan, her şeye istikamet veren, kararları alma konusunda belirleyici, parayı toplamayı, biriktirmeyi başarmış bir mutlu azınlık oluşmuş adada. Ve işin tuhafı, adanın çoğunluğu da bunlara mecbur ve mahkûm olmuşlar.

İşte şimdi gelelim o soruya; “Ne olacak bu memleketin hali?”

İşte böyle, bir zamanlar dinlediğim, epeyce bir köpürterek lakin  çatısı, omurgası itibarıyla zedelemeden aktarmaya çalıştığım hikâye. Bunu bize faizin ne menem bir şey olduğunu anlatmak için anlatmışlardı zamanında. Kim anlatmıştı, neredeydik emin olun hatırlamıyorum.

Tuhaf kavşaklarda dolaşıp duruyoruz bu aralar. Eskiye mi dönülecek? Mevcut sisteme devam mı edilecek? Yoksa yeni bir dünya mı kurulacak?

Hangi istikamete devam edilecek olunursa olunsun böyle bir durumda ‘nasıl’ sorusu duracaktır karşımızda.

Şimdi gelinen bu noktada mevcut düzeni önce kutsallaştırıp sonra vazgeçilmesi imkânsız mertebesine konumlandırmak ve buradan hareketle diğer tüm önerilere kapı kapatarak sıkıntılara karşı iyileştirmeler yolu ile mesafe kazanılmasını önermek insan aklını reddetmekten başka bir şey değildir.

Oysa daima başka bir dünya mümkündür.

Nitekim bunun ipuçlarını -sadece ekonomiye dair bir örnek vereyim- ABD’nin 2008 yılında yaşadığı kriz sonrası dünyanın düştüğü hallere alternatif üretmek adına, Türkiye’nin, uluslararası sistemin İran’a uyguladığı ambargo ile kendisinin zorunlu olarak İran’la yapması gereken ticaret arasında ürettiği para sistemini devreye aldığında görmüştük. Dünyanın ve dünyanın geriye kalanının ilgisini çeken bu sistem çok kısa bir sürede bizi ekonomik anlamda bir yerlere taşımaya yetmişti.

Sonrasında başımıza gelenleri biliyorsunuz, tüm yönleriyle ülkenin tehdit edilme süreçlerini yaşadık hepimiz. Tehdidin de ötesinde, gezi kalkışması, 17-25 Aralık süreci, teröre maruz kalışımız, komşularımızla çetin imtihanlarımız, FETÖ’nün taşeronluğunda işgal denemesi, şimdi de Avrupa’nın aldığı pozisyon, ekonomik darbe teşebbüsleri vs…

Tüm bu darbelere karşın, çıplak elleriyle direnenler aslında bir başka dünyanın mümkün olduğunu haykırmaktaydılar tüm dünyaya. Zaten biz Müslümanlar hayatın en fazla ‘bu dünya’dan ibaret bir şey olduğunu düşünüyorsak yok olup gitmenin de zamanıdır.

Bilmem yanılıyor muyum?