Devlet millet ve aydınlar

“kahrolsun amerika deriz sonra
kahrolsun fransa çin ve mançurya
kahrolur biz böyle deyince
devr-i daim düzeniyle dönen dünya

mançurya da kahrolur
niye kahrolacaksa

anneanne, müzmin
başağrılarım artıyor
işte yaşamak bu deyip dostlar
müttefiklere gülümsediğinde”

Hüseyin Atlansoy

Yürürlüğe konulan her felaket senaryosu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını ve Türkiye Cumhuriyeti’nin etki alanında bulunan diğer ülke halklarını bir üst düzeydeki felaket senaryosuna karşı bir anlamda aşı vazifesi de görüyor. Altında kalacağımız öngörüsüyle üzerimize döşenen felaket çıtasını her seferinde alt ediyoruz ve bir sonraki hamlenin neler olabileceğine ilişkin fikir yürüterek işimize gücümüze dönerek beklemeye koyuluyoruz.
Şimdi geriye dönük olarak birbiri ardına uygulamaya konulan planlara bakınca, gördüğümüz onca şeyin yanında işin bu tarafını da görmüş oluyoruz.
Yaptıkları siyasi tercih sonucu seçtikleri Başbakanları asılmak sureti ile idam ediliyor bu halkın, onlar, kendilerinden beklenenin aksine yine aynı siyasi görüşe yönelerek göğüslüyorlar bu felaketi. Kıbrıs Barış Harekâtına giden süreçte sindirmeye çalıştıkları, tehdit ettikleri halk harekâttan zaferle ayrılmış olmaları neticesinde başlarına gelen felaket karşısında başını daha bir dik tutmayı hatırlıyor yeniden. Askerlerden kabaca on yıllık aralıklar halinde darbe üstüne darbeye maruz kalıyor ama zihni eskisinden daha sivilleşmiş oluyor günün sonunda. Bir inanış biçimini, bir etnik kökeni hedefe koyarak toplumsal kavgayı örgütlemeye çalışanlara her seferinde itiraz ederek kendisine yakışanı yapmaktan geri kalmıyor. Bin yıl sürecek denilen hak gaspları zincirini birkaç yıl içerisinde kırıveriyor ve hakkı gasp edilenlere haklarını iade ediveriyor uluslararası aktörlerin şaşkın bakışları eşliğinde.
Halkın Cumhurbaşkanı seçme hususunda yetkilendirdiği siyasilere bu hakkı kullandırmayarak halkın Cumhurbaşkanını seçtirmediklerinde bilinçli bir ısrarla istediği Cumhurbaşkanını seçmesini bilen bir halktan bahsediyorum. Haziran sıcakları bastırmışken isyan tetikleniyor, sahneler hazırlanmış, yazılan senaryo sahneye sürülmüş, tam da küresel medya canlı yayınında alaşağı edilmesi beklenen bir iktidarın düşüşünü sevinç çığlıkları eşliğinde dünyaya duyurmak üzereyken, bir de bakmışsınız bu toprakların başrol oyuncusu çıkmış oyunu yine bozuvermiş. Yargı darbeleri, çoklu terör organizasyonları, uluslararası yalnızlaştırma girişimleri, algı operasyonları, terörle ilişkilendirme çabalarında da mühendislik çalışmalarının beklenen doğal sonuçları yerine bir başka hikâyenin yazılmakta olduğu hakikatinden haberdar ediveriyorlar yeryüzünü. Çıplak elle durdurdukları işgal teşebbüsü sonrasında dünyanın nutkunun tutulduğunu ve kendilerini yeryüzünün sahibi sanan tanrı devlet temsilcilerinin dünyanın en uzun süren bu şaşkınlık halinden uyanmaya başladıklarında bilgisayar oyunu, tiyatro filan diye nasıl da saçmaladıklarını hatırlıyor olmalısınız. Ve sonrasında, ama zaaflarımızdan istifade etmek sureti ile ama ekonomi kurallarının dışında geliştirdikleri kurgularla giriştikleri ekonomi darbesi karşısında bu halkın aldığı aksiyonların hepimiz tanığı olduk geçtiğimiz günlerde.
2002 sonrasında bütün bu olan bitenin kahramanları artık yanlarında kendilerinden olan bir iktidarla birlikte yol yürüyor olmanın verdiği avantajı da kullanır hale geldiler. Bu da önceki yıllardaki istikrarsızlığa, siyasi yetersizliklere, koalisyon mecburiyetlerine, siyaset-bürokrasi çatışmasına, iktidarın kim olduğu belirsizliğine vs. bakıldığında yeni bir kazanım olarak duruyor. Yani halk ile devlet arasında bir kader birlikteliğinden söz edebiliyoruz artık.
Dövizdeki anormal hareketlilik söz konusu olduğunda, böylesi kaotik ortamda kendisine bir rol biçerek sahneye çıkan halkı ve tepkilerini görünce bir Tweet’de şöyle yazıverdim;
“Yaşadığımız süreçte devletin olduğu kadar toplumun da üzerine düşen vazifeler var. Bu noktanın da koordine edilmesi gerektiği kanaatindeyim. Devlet-millet ayrılmazlığı bağlamında ikisinden en az birinin vazifesini yeterince yapmaması bizi arzu ettiğimiz sonuca ulaştırmayacaktır.”
Devlet-Millet ayrılmazlığı dediğim şey Cumhuriyet tarihi boyunca kısa dönemler haricinde pek yakalanamamış bir şeydir. Uzun yıllar boyunca devlet istediği vatandaş tipinin üretimi meselesine yoğunlaşmışken, millet kendisinden olanı aramakla geçirdi bu ülkede ömrünü. Şimdinin hikayesi nedir diye soran olursa, çok kestirmeden bir cevapla, “Devlet bu dönemde vatandaşını olduğu gibi kabul ederek kendisini vatandaşının istediği gibi tesis etmeye başlamıştır” cümlesini kurabiliriz.
Devlet-millet ayrılmazlığının bir gereği olarak devlet, uluslararası arenadaki hamlelerinin arkasında çok ciddi bir kamuoyu gücünün varlığını görmek ister. Millet de devletten, verdiği kamuoyu desteğinin gereğinin yapılmasını bekler. Burada olması gereken eş zamanlı/eş güdümlü bir koordinasyondur.
Tam da bu noktada memleket aydınlarına bir vazife düşmektedir. Her iki tarafın da üzerlerine düşen vazifeyi eksiksiz yerine getirebilmeleri için, böylesi zamanlarda devlet-millet ayrılmazlığı hususunda devamlılığı gözetmek aydınların işi olmalıdır.
Bir küçük örnek vererek noktalayalım yazımızı;
Amerika’nın ulusal marşı, bayrağı, resmi dili, sınırları filan olan bir ülkeden ibaret olmadığını, bunlara ilaveten ve hatta belki de bilakis, Amerika’nın bir zihin dünyasının adı olduğunu, devlet milletine uluslararası arenada içerisinde bulunduğu pozisyon gereği açık seçik anlatamazken, bu vazife aydınlara düşecektir elbette.