Afrikalı dostlarımıza “Çin hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorduğumuzda bize verdikleri ilk cevap Çin’in Afrika’nın en iyi dostlarından biri olduğuydu. Bu cevabı akademisyen, entelektüel çevrelerden yüzlerce kez duydum ve şaşkınlığımı gizleyemedim. Tabii farklı cevaplar da aldım: Çin’in Afrika’da emperyalist amaçlar içinde olduğu, Afrika için bir felaket olacağı vs. gibi.
Afrika’da yaşayan birisi olarak, mesleğimizden dolayı zaman zaman Afrika’daki Çinlilerle karşılaşıyoruz. İlk zamanlarda karşılaştığımız Çinliler çekingen, hayatta kalmak için mücadele eden, yardımlaşmadan yana iken son bir iki yılda gelenlerin kendine güvenli, belirli bir vizyon doğrultusunda hareket eden kimseler olduklarını gördük. Cape Town’un baraka evleri olarak bilinen Nyanga, Gugalethu gibi townshiplerde yaşayan Çinlileri, 5-10 yıl önce görmek mümkündü. Fakat şimdilerde Seapoint, Gardens gibi zengin beyazların yaşadığı yerlerde Çinlilerle daha sık karşılaşıyoruz.
Çinliler, ilk kez 1400’lü yıllarda, Avrupalılardan daha önce ticaret amacıyla gelmişler kıtaya, fakat beyaz sömürgeciler kadar kalıcı iz bırakmamışlar. Afrika’da bağımsızlık hareketlerinin başlaması ile Çin tekrar Afrika’nın gündemine gelmiş. Aslında Afrika, soğuk savaşın bitimi ile 1990’lı yıllarda cazibe merkezi haline geldi.
Fransa, ABD, İngiltere başta olmak üzere, küresel güçlerin rekabet ettiği bölgelerden biri oldu. Çin, başlangıçta kayıtsız kalsa da, Afrika’nın yer altı zenginliklerinin önemini çok kısa sürede fark etti ve daha önce Afrika’daki Sovyetler Birliği’nin rolünü oynamaya başladı. ABD ve Avrupa devletleri ile sorunlar yaşayan Sudan, Zimbabwe, Mozambik, Tanzanya, Etiyopya, Angola ile ticari ilişkiler üzerinden bir ortaklık geliştirdi.
Yıllarca sömürgeciliğin kuşatılmışlığından kurtuluş mücadelesi veren bu devletler için de Çin, alternatif müttefik haline geldi. Artık Beyaz efendilerin şemsiyesi altında yaşamaya gerek yoktu. Çinliler geliyor, her türlü ekonomik desteği veriyor, barajlar, köprüler, hastaneler yapıyor, yeni iş imkanları ortaya çıkarıyordu. Çin artık Afrikalılar için beyaz bir melek gibiydi. Afrikalı liderler de bu yeni müttefikten memnundular. Batılılar gibi verdikleri paraların nereye gittiğini sormuyor, yaptıkları katliamlarla ilgilenmiyorlardı. Ruanda, Sudan, Kongo, Liberya’da binlerce kişinin öldürülmesi onların umurunda bile değildi. Onların tek istediği, yıllarca karşılıksız olarak Batılılara verdikleri yer altı zenginliklerini bu küçük boylu insanlara da vermeleriydi. Karşılığında ise daha çok şey alıyorlardı. Batılılar, aldıkları için silah verirken Çin, yollar, barajlar, köprüler hükümet merkezleri yapıyor, yeni istihdam olanakları sağlıyordu.
Çin, artık Afrika ile olan ilişkilerini ekonomi ve madenler üzerinden yürütmüyor, sosyal, askeri, siyasi, kültürel katkılar da sunuyor. Çin lokantaları birçok Afrika ülkesinde tercih edilen yerlerden olmaya başladı. Çin haber kanalları, gazeteleri çok yakından takip ediliyor. Güney Sudan’a asker gönderen Çin, şimdilerde Cibuti’de bir askeri üs kurmaya çalışıyor. Çin tıbbı, geleneksel Afrika tıbbının yerini almaya başladı bile.
Afrikalı dostlar hala Çin’in gelecekte kendileri için en büyük tehlike olacağını görmeyecek kadar günübirlik düşünüyorlar. Çin birçok yardım kuruluşu altında destek programlarını sürdürüyor. Fakat bunları yaparken de aslında Çin, Afrika’ya yerleşiyor. Üstelik bu yerleşme beyaz sömürgecilerin yerleştiklerinden çok farklı bir şekilde gerçekleşiyor. Sadece Nijerya’da 100 bin Çinli yaşıyor. Güney Afrika’da 70 bin, Angola’da 50 bin Çinli var. Çin, 2035’e kadar Afrika’da yaşayan Çinli sayısının 10 milyonu bulabileceğini söylüyor.
Çin’in, Afrikalılar için tercih edilen güçlerden biri olmasının bir nedeni de, daha önceden bu kıta ile ilişiklilerini sömürgecilik üzerinden yürütmemiş olması. Bu durum Afrikalıların Çinlilere sempati ile bakmalarına yol açıyor. Şimdilik gördükleri Çin’in sadece verdikleri, henüz aldıklarını yeterince tasavvur edemiyorlar maalesef. Hala Çin’in gergedan boynuzu, Fildişi ithalatı yaptığını zannediyorlar. Oysaki Çin, nesli tükenen beyaz gergedanları bile alıyor.
Çin, Afrika’ya gelirken farklı bir dil kullanıyor. Kendilerinin beyazlardan farklı olduğunu, onlar gibi sadece almaya değil vermeye de geldiklerini söylüyorlar. Tüm fırsatları değerlendirerek her taşın altına imza atıyorlar. Bu yeni sömürgecilik dilini, Batılılarınki gibi üstünlük üzerinden değil beraberlik üzerinden yaparak her ortamda kendilerine yer bulabiliyorlar. Bu beraberlik algısı da aslında çok yapay olmasına rağmen işe yarıyor gibi görünüyor.
Çinlilerin Afrika’ya ilgisinin artık sadece ekonomik çıkarlardan kaynaklanmadığını bilmeyen yok. Çin, Afrika’nın yeni sömürgeci gücü. Şimdilik, bu küresel gücün Afrika’da nasıl bir sömürge imparatorluğu kuracağı hakkında bir fikrimiz yok. Fransa, Hollanda, Almanya, Portekiz, İngiltere ve Belçika’nın sömürgecilik biçimini ve sonuçlarını tahmin edebiliyoruz. Fakat Çin’in Afrika’ya 400 milyar doları bulan yatırımlarının nasıl bir sömürgeciliği ortaya çıkaracağını tahmin etmek gerçekten zor.
Yalnız, Çin’in Afrika’daki “hayırlı işler”inin arkasında daha tehlikeli bir sömürgecilik biçimin olduğu çok açık. Başta ABD ve Fransa, Çin’in bu işgaline karşı kayıtsız gibi görünse de, bir gün karşılıklı işgaller bir çatışmayı doğurabilir. Afrika bu çatışma rekabeti için dünyadaki en uygun yerlerden biri. Güney Sudan işte bu durumun en güzel örneği. Sudan’a karşı yıllarca bağımsızlık savaşı için mücadele veren Güney Sudanlılar, özgürlük mücadelesini kendileri için değil Batılıların çıkarları için verdiklerini hala öğrenemediler. Bağımsızlık sonrası hemen iç savaş başladı. İç savaşlarda taraflardan birini ABD’nin başını çektiği Batılı devletler desteklerken, diğerini Çin destekledi. Sonuç ortada, en az 50 bin kişinin öldüğü iç savaş hala devam ediyor. Çin ve Batılılar açısından sorun yok. Çünkü Afrika’da birilerinin çıkarları için “ölecek” potansiyel çok.
Afrikaların sömürgeciliği iyi bilmeleri, Çin’ karşısındaki en önemli kozları. Çin’in böylesi bir tarihsel tecrübesi yok; bu yüzden sömürgeciliği de deneyerek öğrenme yoluna gidecektir. Afrika ise yeni sömürgeciliğe karşı ancak birlik içerisinde direnerek ve kendi kaynaklarından üreterek karşılık verebilir. Bu yüzden öncelikle kendilerine sormaları gereken ilk soru, “Çin Afrika’nın nesi olur” olmalıdır.