Kuruluş amaçlarından biri de halkın CHF’ye öfkesinin seviyesini tespit etmek olan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın lideri Ali Fethi Bey, bu manada seçmenin nabzını tutmak cümlesinden bir dizi mitingler yaparak, Türk siyasi tarihinin mizah şahikaları diyebileceğimiz çok ilginç durumlara vesile olur.
Örneğin İzmir mitinginde, “Biz, şu başınızdaki şapkayı…” dedikten sonra, sözlerinin etkisini artırmak için bir es verdiğinde, dinleyicileri başlarındaki şapkaları çıkartıp yere çalarlar. Sözlerini “size sevdirerek giydireceğiz” diye bağlayınca, bu kez şapkaların yerden alındığını, tozları çırpılarak (muhtemelen diktatöre karşı okkalı hayır duaları içinde) tekrar başlara konulduğunu görür.
Yanlış hatırlamıyorsam Sevgili Ertan Aydın’ın naklettiği bu olay, bana her zaman SCF’nin siyasi tutumundan çok, CHP’nin şapka gibi kıytırık bir giyim nesnesi üzerinden bile yürüttüğü yaygın zulmü, despotluğu, korku üretimini hatırlatır.
İşte bu CHP’nin yeni bir olağan kongresi, Parti Meclisi seçimlerinde gerilime neden olan birkaç olaylara rağmen, Türkiye gündeminde fazla bir yer işgal edemeden geldi ve geçti.
Son altı yıla, yedi seçim yenilgisini başarıyla sığdıran Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeniden genel başkan seçilmesi, sıradan bir haber konusu olmaktan öteye gidemediği gibi, Kılıçdaroğlu’nun anahtar listesi, Kılıçdaroğlu’nun anahtar listesinin anahtar listesi gibi adlarla gidişatı belirlenen Parti Meclisi seçimleri de bir komedi malzemesi olarak sosyal medyadaki kısa süreli bir dolaşımından sonra hemen unutuluverdi.
Ama bu kongreden tek şey unutulmadı: Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı’na yönelik edep dışı sözleri.
Kılıçdaroğlu da çok iyi biliyordu ki, kongre salonunu dolduran ve dolayısıyla kendi nutuğunun da ara başlıklarını oluşturan, Paralel Yapı’nın savunulmasına, terör destekçiliğine, demokrasi şakşakçılığına mahsus “Özgür basın varsa, özgür toplum vardır”, “Savaşın değil, barışın partisiyiz”, “Türkiye bizimle özgürleşecek”, “Barışı birlikte inşa edeceğiz”, “Demokrasiyi biz getirdik, biz yücelteceğiz” vb. pankartlar altında konuşmasının hiçbir karşılığı olmayacak, halk, her zamanki gibi onun kongre konuşmasını da “yav he he” deyip bıyık altından gülerek ti’ye almaya devam edecekti.
İşte Kılıçdaroğlu, bu noktada siyasi bir zeka gösterisine kalkışarak, en azından alacağı tepkiler nedeniyle sözlerinin bir kıymet kazanabilmesi için, en önemli isme, Cumhurbaşkanı’na saldırmayı seçti.
Bu sayede bir şeyi daha amaçladığından ise kimsenin kuşkusu yoktu.
O da şuydu: Kılıçdaroğlu, 7 Haziran seçimlerinden sonra AK Parti ile koalisyon kuramamasındaki tek faktörün Cumhurbaşkanı olduğuna inanmanın ötesinde, kendisine hükumeti kurma görevinin verilmemesiyle de onun tarafından adam yerine konmadığına inanıyor, dolayısıyla onda çok ciddi bir kuyruk acısı haline gelen bu durumu Cumhurbaşkanına saldırarak ancak giderebileceğini sanıyordu.
Fiilinin özeti buydu. Cumhurbaşkanı’na karşı, boğazına düğümlenmiş olan “sen var ya sen, parti yetkililerimi toplantı manyağına, beni de şamar oğlanına çevirdin” itirazını yöneltememenin yöneltme günü olarak, kongreyi seçmiş, her haliyle sessizliğe mahkum olan parti kongresini de bu sayede konuşulur hale getirmeyi hedeflemişti.
Söyledik, kongrenin konuşulacak hiçbir şeyi yoktu ve zaten konuşulmadı.
“Parti vitrinini yeniledik” şeklindeki alışılmış sözlerin de hiçbir karşılığı yoktu çünkü yapılan seçimlerden sonra ayan beyan görüldü ki, CHP’de güya vitrin yenilenmişti, ama mal aynı mal olarak kalmıştı.
Öyle ki, ufak tefek hizip kalkışmalarına rağmen aslan demokratların neredeyse tamamı, iki tek attıktan sonra tekrarladıkları “e, n’olacak bu CHP’nin hali” şeklindeki meşhur teranelerini bile çoktan unutmuşlardı. konuşma
Delegelerde bir ölgünlük, milletvekillerinde bir boş vermişlik vardı ki, sormayın! Seyircilerde kavga gürültü beklentisinden, Parti Meclisi seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nun yaptığı despotlukları ıslıkla protesto etmekten öte bir hal de gözlenmemişti.
Görünen oydu ki, Uzaktaki Kara Çukur’un güdümü ve beyaz yakalıların yönetimindeki CHP’nin, 2002’den 2015’e erişebileceği artı % 5’lik yüksek(!) oy oranıyla teselli olmasından, İş Bankası hisseleriyle, devlet yardımından elde edeceği geliri, bir anonim şirket işleyişiyle dar bir çevre içinde paylaştırmaktan öte yapabileceği bir şey kalmamıştı. Halkçılık çok uzak bir idealdi, Cumhuriyetçilik romantizmdi, demokrasicilik sanal bir iptila idi artık CHP için.
Ne var ki, çok partili bir sistemle yola devam edilecekse, AK Parti muhafazakarlığı benimsediğine göre, muhafazakar olmayan bir partinin de bulunması zorunludur. 2013-14 şartlarında terörle ilişkisini gizlemeyi başaran HDP bu şansa en yakın partiydi ancak son iki seçimde ve şimdi terörle özdeşleşmekle o şansı bozuk para gibi harcadı.
Bu nedenle gözler, sicilindeki onca kirliliğe rağmen yine CHP’yi arıyor, ama onu temsil eden Kılıçdaroğlu, yalpalamalarını bırakıp, çelişkilerini halledip, siyaset dilini temizlemeye güç yetiremiyor ki, partisini mezkur konuma oturtabilsin; kendisini de sözü dinlenilir, teklifleri ciddiye alınabilir bir adam katına yükseltebilsin.
Haliyle, Kılıçdaroğlu’nun bugün Cumhurbaşkanı’na saldırmakla bir fayda sağladığına olan inancı, CHP’nin geleceğine olan inançsızlığı pekiştirmekten başka bir işe yaramadı. Rakiplerini vurduğunu, yenilgiye uğrattığını sandığı her hamlesi gibi, son gö
zeka gösterisi de kısa sürede bir bukağı olarak kendi ayaklarına takılmış oldu.
Genel başkanlığa kasetle gelen ve tescilli başarısızlığına rağmen hala CHP’nin başında tutulan Kılıçdaroğlu’nun bir projenin ürünü olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur. Ancak onun, hem güdenlerine hem de arz ettiği malum siyasi zeka seviyesine “rağmen”, iktidar – muhalefet dengesi açısından sistemin işleyişine mahsus bir meselenin idrakinde olması beklenilesi, umut edilesi bir durumdur.
Bunun gerçekleşebilmesinin ilk şartı ise Kılıçdaroğlu’nun aklını başına, dilini ağzına toplamasıdır.
Halkın oylarıyla seçilen ve halen siyaset sahnesine çıktığı günkü kadar herkesin büyük sevgisine ve güvenine mazhar olan Cumhurbaşkanı’na saldırarak varacağı yer partisinin ve kendisinin yokluğudur.
Geçmişte, Milli Şef diktatörlüğünde halka yaptığı zulümleri, din ve kültür düşmanlığını, milli değerleri yağmalayışını unutturması asla ve asla mümkün olmayan CHP’nin genel başkan sıfatıyla bugünkü temsilcisi olan Kılıçdaroğlu’nun teröre karşı ciddi bir savaşın yürütüldüğü şu günlerde Devletin reisini, Cumhurbaşkanı’nı yıpratmaya kalkışması, sadece kendi partisinin kirliliği üzerine tüy dikmek olacaktır.
İşi tüy dikmek olanların, üç vakte kadar kendilerinin tüye dönüşebileceği ise bilinen bir durumdur.