CHP: Sıkıyönetimlerin partisi

İkinci Dünya Savaşı, Eylül 1939’da, Almanya’nın Polonya’yı işgali üzerine, İngiltere ve Fransa’nın Almanya’ya karşı savaş ilan etmeleriyle başlamıştır.

Almanya, İtalya ve Japonya’nın “mihver”, İngiltere, Fransa, SSCB ve ABD’nin “müttefikler” adıyla gruplaştığı savaş, topyekün ve coğrafi planda çok yaygın bir savaştır.

Resmi olarak Eylül 1945’te biten İkinci Dünya Savaşı, dünyanın yeni güçler ve devlet planında ikinci kez paylaşılmasını beraberinde getirmiştir.

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nda yer almadı. Ancak, CHP yönetimi, dış güvenliği sağlamak adına aldığı kararlar ve yaptığı uygulamalarla, esas olarak ülke içindeki kendi otoritesini pekiştirdi. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’nin girmediği İkinci Dünya Savaşı, ülke içinde despotizmini yaygınlaştırması için CHP’ye bir imkan sunmuş oldu.

Önce, Varlık Vergisi’nin kıskancında Karartma Geceleri’nin yaşatıldığı Türkiye’de, CHP tarafından “görülen lüzum üzerine”, TBMM’nin 6 Mayıs 1940 ve 15 Mayıs 1940 tarihli oturumlarında Örfi İdare (sıkıyönetim) Kanunu’nu kabul ettirildi ve  bundan yedi ay sonra gelen  sıkıyönetim uygulaması, söz konusu imkanın mahiyetini ve usulünü belirledi.

İstanbul, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çanakkale ve Kocaeli’nde bir aylığına ilan edilen sıkıyönetim, önce üç aya, sonra altı aya çıkarılmak suretiyle 1941 yılından itibaren her altı ayda bir düzenli olarak Meclisin gündemine getirildi ve hiçbir tartılmaya gerek görülmeksizin uzatıldı.

Yedi yıl, yani İkinci Dünya Savaşı’ndan daha uzun bir süre tıkır tıkır sürdürülen bu uygulama, Meclis’te ancak son iki dönemde konu edilebildi.

Sorgulanmaktan hiç hazzetmeyen CHP, adeta sıkıyönetimi konu edinenlere, “sizin kulağınıza kar suyu kaçtı ki diliniz uzadı” dercesine, yine uygulamanın başlama zamanındaki memleketin emniyeti, selameti, huzuru… gibi kanıksanmış kelimelerle uygulamanın devamını dayatmayı başardı.

Zamanın Sinop Milletvekili Suphi Batur, 1947 yılının TBMM zabıtlarında yer alan şu itirazlarında, CHP’nin yedi yıl önce ilan ettiği sıkıyönetim uygulamasından hangi yararları elde ettiğini ilk defa açık sözlülükle dile getirdi:

“-Anayasaya göre sıkıyönetim harp halinde, harbi gerektirecek bir durum ortaya çıktığında, isyan çıkması halinde, Vatan ve Cumhuriyet aleyhinde eylemli bir hareket ortaya çıktığında ilan edilebileceği gibi, uzatılması da ancak bu hallerden birinin veya birkaçının ortaya çıkmasıyla mümkündür.

-Bugünkü şartlarda sıkıyönetim uygulamasını devam ettirmek sıkıyönetimin siyasi bir vasıta olarak kullanıldığını göstermektedir.

-Anayasa ile tesis edilen hürriyetlerin sıkıyönetimle sınırlandırılması demokrasi ile bağdaşmaz.

-Hükumet bu uygulamayı devam ettirmekle gazete hatta matbaa kapatacak ve kamuoyu üzerinde baskı oluşturabilecek bir müesseseyi elinde tutmak istemektedir.

-Bu uygulama sayesinde milletvekillerinin Anayasa ile teminat altına alınan koruma hakkı bile sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla sıkıyönetim uygulaması siyasi amaçlarla kullanılmaktadır.”

Aynı gerekçelere dayalı diğer haklı itirazlara rağmen CHP, uygulamanın devamında yarar gördüğünü belirterek sıkıyönetim uygulamasını sürdürdü.

Son olarak, 23 Haziran 1947 tarihine kadar uzatılan sıkıyönetim, herhangi bir sebep gösterilmeksizin bir daha Meclis gündemine getirilmedi ve kendiliğinden bitmiş oldu. Ne muhalefet, İkinci Dünya Savaşı üzerinden, içerideki zulüm için üretilen bu yasal kılıfın hesabını sorabildi, ne de CHP buna dair bir savunma, aklanma ihtiyacı duydu. (Geniş bilgi için bkz.: A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi’nin 40. sayısında yer alan Alaattin Uca’nın ilgili makalesi)

Bunun nedeni olarak, CHP adının sıkıyönetimle bütünleşmiş olmasından başka bir şeyi ileri sürmek bugün de mümkün görünmüyor. CHP’nin, zulüm mekanizmalarını işletmede kendinde bir hak görmesi, muhalefete tanıdığı en küçük bir itiraz özgürlüğünün bile onlar tarafından bir lütufmuş gibi algılanması, sanki aralarında karşılıklı bir rıza ve kabulün varlığını işaret ediyor.

CHP’nin 15 Temmuz başarısız darbe girişiminden hemen sonra başlatılan OHAL uygulaması konusundaki şimdiki itirazları da belirttiğimiz nedene bağlı olarak ne demokratik ne de samimi durmuyor.

Mevcut OHAL uygulaması, FETÖ terör örgütünün tasfiyesi ile içeride ve dışarda terörle mücadele konusunda yönetimin elini güçlendirirken, daha da önemlisi halk bundan hiçbir şekilde olumsuz olarak etkilenmezken, CHP’nin OHAL’i diline dolaması, ülke güvenliği ve istiklal kaygısı adına en ufak bir iyi niyet taşımıyor.

Kaldı ki, bir sıkıyönetimler partisi olarak CHP, şimdiki OHAL’e karşı çıkıp, iktidara geldiğinde onu kaldıracağını vadetmekle, halk nezdindeki “sıkıyönetimci parti” kanaatini de değiştirmiş olmuyor.

Bilakis konu, CHP’ye güvensizliğin bir örneği olarak, klasik bir mizah malzemesine dönüşüyor.