Şöyle bir soru ile başlasam umarım garip karşılanmam; “Çanakkale Geçilmez” cümlesini kim kime karşı kurmuştur?
Yazının burasında şu cümleyi kuralım evvela da telaşa mahal vermemiş olalım; “Çanakkale Geçilmez” lafı öncelikle Batılılara yönelik bir ultimatomdur. Bu böyledir. Lakin gelin bir başka yönüyle daha bakmaya çalışalım mevzuya.
Çanakkale’yi belli bir zaman dilimine ve belli bir coğrafyaya hapsetmeksizin, ama Çanakkale dendiğinde aklımıza gelen bütün her şeyi de yanımıza alarak, Çanakkale sonrasından bugüne kadarki tüm olan biteni bir göz önüne alalım ve öyle arayalım derim bu sorunun cevabını.
Çok teşebbüs ettiler, çok denediler. Bıkmadan, usanmadan, her defasında bir başka biçimde kolları sıvadılar. Çok da yaklaştılar bazen. İsyan örgütlediler, darbelere kalkıştılar, çok yönlü terörü koordine ettiler, ekmeğimizle oynadılar, toplumun önüne düşmüş olanları itibarsız kılmaya çabaladılar, başaramadıklarında idam sehpasına götürdüler, toplumun değerleriyle irtibatını kesmeye çalıştılar, değerlerine sahip çıkmaya çalışanları ikinci sınıf vatandaş kabul ederek muamele yaptılar, amaçlarına ulaşabilmek için her türlü silahı kullandılar. Bunların hepsi Çanakkale’yi geçme teşebbüsleriydi. Ama gelinen noktada şunu söyleyebiliriz; başaramadılar.
Hak ve batıl diye iki ayrı şey vardır. İkisi birbirine karıştığında sahneden çekilen Hak olur kuşkusuz. İnsanı tanımlayış, dünyayı anlamlandırma, eşyaya bakış her iki dünyayı birbirinden çok ama çok uzaklara konumlandırır. Hak geldiğinde batıl zail olur, bu kesin. Batıl geldiğinde ise Hak bi’l-kuvve varlığını sürdürmekle beraber bil fiil tarih sahnesinden çekilir.
Birbirine zıt iki farklı zihin yapısının, düşünüş biçiminin tam ortasındaki yerin adı her zaman için ‘Çanakkale’dir. Ve aslında Çanakkale’nin her iki tarafında duranlar, biz ve onlar, yani bir yanda Müslümanlar ile Müslüman olmasalar bile Müslümanca kurgulanmış bir hayatın içinde olmayı tercih edenler ve diğer yanda Batılılar, birbirimize aynı cümle ile sesleniyoruz uzunca bir süredir; “Çanakkale Geçilmez!”
Bu size tuhaf gelebilir, farkındayım. Şu soru takılıyor zihnimize hemen; hani “Çanakkale Geçilmez!” sadece bize ait bir cümleydi?
“Çanakkale Geçilmez” ifadesinin çok kullanışlı bir yönü var. Mesela “Eski Türkiye’de ülkeyi yönetenlerce kendi vatandaşlarına yönelik olarak ‘haddini bil, sınırların içinde kal, ne işin var senin ötede beride, kafanı dışarıya uzatma, orayla burayla filan uğraşma, aman diyim” anlamlarına gelebilecek şekilde kullanılmış bir ifade. Öyle ki, ne Suriye’de kimin yaşadığından haberleri olmuş bu ülke insanının ne de Balkanlarda yaşamakta olanlarla akraba olduğumuzdan. Çünkü bize “Çanakkale Geçilmez!” demişler biz de geç(e)memişiz Çanakkale’yi.
Batılılar da bize dönerek habire “Çanakkale Geçilmez” deyip durmuşlar neredeyse bir asırdır. Afrika’yı kara kıta diye bilip, uzak durmuşuz mesela. Uzak Asya’daki Müslümanlar bizim derdimize yanıyorken habersiz kalmışız oralardan. Eski Yugoslavya’daki Müslümanların sıkıntılarından topyekûn bîhaber olmuşuz. Çocuklarımızın ders kitaplarındaki koskoca SSCB boşluğuna anlamsız anlamsız bakıp oradan gelebilecek komünist tehdide göre pozisyon almamız beklenmiş yıllarca. Doğu Türkistan diye bir yer yokmuş hiç o zaman ve Bulgaristan’daki soykırımdan Todor Jivkov bizimkileri trenlere bindirip sınıra yollamayaymış kimsenin haberi bile olmayacakmış. Bosna Savaşı’nın aslında ne olduğuna intibak edişimiz bile tüm dünyadan sonra olmuştu hatırlayanlarınız vardır. İngiliz filan dururken düşman diye Yunan’ı, Bulgar’ı yutturmuşlar bize bir de… Çanakkale’yi geçemediğimiz için görememişiz oyunu, sahayı, tribünleri, oyun içindeki hamleleri, oyuncuları ve piyonları.
İşin bir de şöyle tuhaf bir tarafı var; meğer biz “Çanakkale Geçilmez” diye slogan atıp dururken bu Batılılar çoktan geçmişler Çanakkale’yi. Bir de üstüne üstlük bize “Çanakkale Geçilmez” çekiyorlarmış da haberimiz yokmuş.
Nereden mi çıkarıyorum? Sistem kurgusuna bir bakın hele… Oligarşik bürokrasi yapılanmasına, vesayet anlayışlarına, politik üretim biçimlerine, peşinden koşturulduğumuz ulvi değerler manzumesine bir bakın.
Neyse ki, başka bir dünyanın mümkün olduğuna dair kanaat hâsıl oldu da memlekette Çanakkale’nin bizim tarafımızdan geçilebilir olduğunu gördük ve çok da büyük olmayan hamlelere tanık olduk birkaç seneden bu yana. Bu küçük hamleler birer işaret gibiydi, neler olabileceğinin imkânlarını ortaya koyan küçük kıvılcımlar.
İnsani diplomasi çabaları, yakın coğrafyamızda almış olduğumuz aksiyonlar, dünyanın ezberlerini bozarak kritik konularda Batı’ya “o iş sizin bildiğiniz gibi değil” demeler, dünyanın beşten büyük olduğunu dünya halklarının kulağına, gönlüne ve elbette zihnine haykırmalar, uluslararası arenada cereyan eden on yılların kabulü yanlışlara yanlış deme cesareti vs vs. Bütün bunlar, geçilmez denen Çanakkale’yi geçme denemelerimizdendi. Oysa bu küçük hamlelerin hepsi dünya sisteminin öngördüğünün dışında bir sistemin mümkün olduğunu göstermek açısından önem ifade ediyordu.
Kanaatimce Allah, insanoğlunu verdiklerinden ve insanoğlunun ortaya koyduğu iddialarından imtihan ediyor. Bizim içinde bulunduğumuz durum da böyle. Allah’ın bize verdiklerinden sebep ve ortaya koyduğumuz bu iddia sebebi ile imtihan makamındayız. Umuyoruz ki bu imtihanın kazananı oluruz.