Cami deyince aklıma gelen şehirler vardır. Mesela Saraybosna, Üsküp, Prizren, mesela Amasya, Kastamonu, Konya, Edirne, Manisa, Bursa, Urfa… Bir ah çekerek yazının tam da burasına iliştirmiş olayım; Şam geliyor bir de aklıma ve tabi Halep.
Bu şehirlerimizde inşa edilmiş tarihi camileri yapılış sırasına göre, birbiri ardına ekleyerek ziyaret edecek olursanız, hayat verdikleri şehrin büyüme istikametlerini görebilirsiniz. Şehrin, şehirleşme stratejisi, sosyolojisi, mahalle kültürü, yaşam biçimi hakkında ipucu verirler size.
Mahalle camiler etrafında şekillenir. Mezarlıklar caminin hemen yanı başına konumlandırılır. Kalıntıları da kalmış olsa medrese, hamam, aşevi, şifahane izlerini görürsünüz çoğu zaman. Cami merkezli bir hayat vardır ve bu hayat biçimi, başka cami merkezli hayat biçimleriyle temas halindedir, böylelikle bir büyük medeniyetin kurucu çekirdeği hüviyetindelerdir.
Meseleler bu merkezlerde çözülür, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacı buralarda giderilir, mahallelinin güzel günlerine ev sahipliği yapar buralar, haneleri şenlendiren doğum haberlerinin mahalleliye müjdelendiği yerler buralardır ve ebedi âleme uğurlanma zamanı geldiğinde de yine buralar üzerine düşeni yapacaktır.
Bu hayat biçimi, mahalleyi şekillendirdiği gibi, evlere de kendi nefesinden ruh üfler. Evler insanidir. Mahremiyet esaslı ev kurgusu size hapishaneler üretmez, bilakis, dışarıyla irtibatınız kesildiği anda yeni, başka bir hayatın içinde bulursunuz kendinizi. Ne topraktan mahrum kalırsınız, ne havadan, ne güneşten.
Bu yaşam biçimini yitirdikten sonra karşılaştığımız yığınla sorun karşısında çok fena bocalıyoruz. Ne demek istediğimi anlatmaya çalışayım.
Son zamanlarda bir tartışmaya şahitlik ediyoruz. Camilerde kadının konumu üzerinden yürüyor bu tartışma. Cumhurbaşkanımızın kadınları camiye davet etmesi üzerine tartışmanın seyri bir miktar rahatlamış olsa da yine de kadınların camideki konumu üzerine çokça konuşuluyor bugünlerde.
Sevgili Hayrettin Karaman Hocamızın bu hususa ilişkin olarak Yeni Şafak gazetesinde kaleme aldığı birkaç yazı oldu. Şu ifadeler kendisine aittir;
“Kadınların camiye gitmelerini istemek ne reform, ne zehir saçmak ne de sapkınlıktır. Şartlar müsait olduğunda “kadınları, Allah’ın evlerinden mahrum etmeyin” diyen Efendimizdir (sav). İyi niyetli bir kısım Müslümanın ve âlimlerin bunu istemelerini, eğer varsa kötü niyetli istemelerden ayırmak gerekir.”
Bunun yanı sıra, Hayrettin Hoca hadis-i şeriflerden örnekler verir;
““Kadınların mescitlere gitmesine engel olmayın. Fakat evleri onlar için daha hayırlıdır” (Müslim, “Salât”, 134-137; Şevkânî, Neylü’l-evtâr, III, 148¬149).
“Kadınlarınız gece mescide gitmek için sizden izin istediklerinde onlara izin verin” (Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, II, 944-945; Müslim, “Salât”, 139).
“Kadınlar cemaate katılmak istedikleri zaman, koku sürünmesinler” (Müslim, “Salât”, 141-142).
Hz. Peygamber döneminde kadınların sabah namazına gittiklerine dair rivayetler yanında, Hz. Peygamber’in kadınları bayram namazına katılmaya teşvik ettiğine dair rivayetler de bulunmaktadır (Tecrîd-i Sarîh Tercümesi, I,98-99; II, 222-223, 311, 510-511, 891).”
Bunların akabinde kadınların camilerdeki konumları üzerine kurduğu şu cümleler de önemlidir;
“Günümüzde ve ülkemizde sokaklar örtülü, örtüsüz kadınlarla dolup taşmaktadır. Örtülü kadınların camiye gelmeleri fitneye sebep gösterilemez. Aksine cemaatle namaz, çocukların eğitiminden birinci derecede sorumlu olan annelerin ve anne adaylarının dinî bilgi ve şuurlarını takviye eder.”
İşin fıkhî tarafını böyle görmeye daha yatkın olduğumu söyleyebilirim. İşin burası böyle. Ama bir de şu tarafı var;
Bugünün dünyasında insan, hassaten ve daha ziyade kadın, doğasına uygun olmayan kentlere sıkıştırılmış durumdadır. İş hayatının, eğitim süreçlerinin, ev biçimlerinin, sosyal hayat kurgusunun geleneksel olana nazaran değişmiş olması bugünün dünyasında asıl ele almamız gereken konulardır.
Geçmişin hayat biçiminde camisiyle ve eviyle kurulan mahalle sistematiği kadının da ihtiyaçlarını gözeten ve çözen mahiyette idi. Artık bu böyle değil. Mesela bir kadın, ihtiyaçlarını karşılamak üzere dışarıya çıktığında, özellikle günlerin kısa olduğu dönemlerde namaz vakitlerini kaçırmamak için büyük bir çabanın da içerisinde buluyor kendisini. Camiler, kadınların bu denli hayatın içerisinde olmaları gerçeği karşısında çaresiz kalıyorlar. Abdest alma yerlerinin kadınlar dikkate alınmaksızın düzenlenmiş olması, kadınların çocukları ile birlikte camide vakit geçirmek zorunda olduklarında camilerin buna yönelik olarak planlanmamış olması gibi sorunlara tanığız. Diyelim ki, bunları bir şekilde çözdü kadınlar da camiye doğru yöneliverdiler. Tabelalardaki üsluptan tutun, kendilerine azarlarcasına kadınların giriş kapısını, namaz kılma yerlerini tarifleyen cami müdavimi erkeklere, kirli bez parçalarıyla namaz için kadınlara kerhen ayrılmış dip köşelerin bunaltıcılığına kadar birçok baskı unsurunu da taşımak zorundadırlar ibadet yolunda.
Abdest alma mekanlarının tasarlanmasını talep edemeden, yanlarındaki çocuklarına hizmet verecek günübirlik, saatlik kreşlerin, okulların, oyun alanlarının planlanmasını isteyemeden, kendilerine daha insani namaz kılma yerlerinin ayrılmasını projelendirmeyi konuşmaya başlayamadan evvel çok temel bir zihni dönüşümü beklemek durumunda kalıyorlar ve maalesef bu konuda çok ciddi bir bariyerle karşı karşıyalar.
Yazının girişinde ele aldığım cami merkezli yapılanmayı devam ettirme kaygısını eğer günümüzde de devam ettirebilmiş olsaydık, yani, o düşünüş biçimini, o zemini bugün de kuşanabilmiş kişiler olabilseydik, bugünün dünyasında kadınların da hesaba katıldığı bir takım tesisleşme biçimlerini de geliştirme imkânına sahip olabilirdik.
Geçmişimizin külliye anlayışına baktığımızda gördüğümüz şey, toplumun muhtemel ihtiyaçlarının giderilmesi ile doğrudan ilgilidir. Külliye mantığını doğuran parça bütün ilişkisinin doğru tesisine ilişkin anlayışı yitirişimizle birlikte parçalanan zihinlerimiz, bugünün dünyasında zuhur eden sorunları teker teker ele alıp çözmeye çabalamakla bir büyük hatanın içerisine düşmektedir. Oysa bize düşen bir başka dünyayı kurmaya yönelik olarak kilitlenmiş zihnimizi açmaktır. Buraya yönelebilirsek eğer, bugün tartıştığımız camilerde kadının yeri konulu tartışmalar anlamını yitirecek ve daha sağlıklı bir yere ilişkin efor sarf etme imkanına kavuşmuş olacağız.
Ben şahsen, kadınların camide olup olmamalarını, camide bulunacaklarsa cami ile olan ilişkilerinin nasıl olması gerektiği tartışmalarını, Müslümanca şehirleşememiş olmamızdan ya da Müslümanca bir mimari anlayışı tesis edemeyişimizden, mahalle anlayışımızdan uzaklaşmamızdan, topyekûn evden kopuş hikayemizden evvel bu kadar hararetle yapıyor olmayı hiç anlamlandırabilmiş değilim.
Ama işin şurası önemli;
Ne zaman camiler ve kadın konusu açılsa, Müslümanca bir toplumsal yaşama dair herhangi bir tasavvuru olmayanların kadınlara yaşanacak bir koca hayat, koskoca bir ömür için ‘kadının yeri evidir’ cümlesi eşliğinde kahrolası apartmanlardaki iki sağır oda bir kör salon evleri işaret ediyor olmaları hiç kimsenin hiçbir sorununu çözemez.
Kim ne derse desin, bugünün gerçeği ile yüzleşmek zorundayız. Edebiyle, iffetiyle, emeğiyle, kişiliğiyle, okulunda, işinde, alışverişte, hastanede, evinin her türlü ihtiyaçlarını gidermede, çocuğunun peşinde, çarşıda, pazarda, bankada, resmi dairelerde bulunan kadın elbette ibadet de edecektir ve Müslümanlar kadınların bu problemini çözmek durumundadırlar.
Kadının cami ile ilgili sorunları noktasında, ‘durun önce Müslümanca bir hayat/şehir kuralım, sonra bu meseleye bi’ bakarız’ diyecek durumda değiliz, zira öğlen, ikindi ya da akşam namazları geçmek üzere aziz kardeşlerim; hayya ale-salah!