Bürokratik kültür

24 Haziran seçimleri sonrasında, Recep Tayyip Erdoğan’ın başkan olarak göreve resmen başlaması, kabinenin oluşturulması, birbiri ardına yayınlanan kararnameler ile artık fiilen de yeni sisteme geçilmiş oldu. Oldukça köklü değişiklikler var. Bakanlıklar, ofisler, kurullar, bürokratların atama biçimleri, bürokratlarla imzalanacak sözleşmeler, görev süreleri, görevden alma yöntemleri, icra edecekleri fonksiyonlar açısından baktığımızda bunu görebiliyoruz.

Yapılan onca şeye, sarf edilen efora rağmen bir türlü değiştirilemeyen bürokratik sistemin değişimine bu defa tanıklık edeceğiz gibi duruyor.

Cumhuriyetin kuruluşunu müteakiben geçen çeyrek asırlık dönemde yeni bir ulus yaratma düşüncesi ile şekillendirilmiş olan bürokrasimizin ana hedefinin “istediği vatandaş tipini imal etmekten ibaret” olduğunu söyleyebiliriz. Tek parti iktidarı döneminde bürokrasi, batılılaşmanın ve modernleşmenin taşıyıcı gücü pozisyonundadır. Toplumun talepleri bu noktada herhangi bir şey ifade etmemiştir. Bu dönemde, Cumhuriyet Halk Partisi, örgütlenme ve işleyiş bakımından bürokrasi ile özdeş konumdadır. Bürokrasi henüz bir sorun teşkil etmemektedir, çünkü bürokrasinin topluma hizmet gibi bir kaygısı yoktur ve zaten toplum da bürokrasiden bu yönde bir talepte bulunsa bile taleplerinin karşılık bulamayacağının farkındadır.

Çok partili hayata geçişle birlikte toplum artık taleplerini siyaset mekanizmasına iletmeye başlamış ve beklentilerinden devleti haberdar etmiştir. İşte tam da bu noktada uzun yıllar sürecek bürokrasi problemi de başlamıştır. Çok partili siyasal hayatın getirmiş olduğu rekabet ortamı, siyasal aktörlerin toplumun teveccühünü elde edebilmek için vaatlerde bulunması sonucunu da beraberinde getirmiştir.

Siyaset mekanizmasının, doğası gereği, vaat edilenlerin hayata geçirilmesi için bürokrasiye ihtiyacı söz konusudur. İşte bu noktada, çok partili siyasal hayata geçişle birlikte uzun yıllar sürecek bir çatışma alanından söz edebiliriz. Cumhuriyetin yerleşik bürokrasisi, siyasetçilerin toplumsal talepleri gerçekleştirme isteğini, kendisine Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte yüklenmiş “yeni bir ulus yaratma ideolojisi” ile karşılamış ve bu anlayış biçiminin doğurduğu çatışma ortamı bugüne dek sürmüştür.

Mesele gittikçe “bugün git yarın gel” şeklinde özetlenebilecek bir hal almış duruma gelmiştir. Yıllarca, yaratılmış yeni ulusun seçkinlerinin işlerini rahatlıkla yürüttüğü, geri kalanların devletin imkanlarından uzak tutulduğu, bir şekilde devletle muhatap olmak durumunda olanlarınsa bürokrasinin kurumlarınca yorulduğu ve bıktırıldığı bir sürecin tanığı oldu bu memleket.

Mutlaka sizler de hatırlayacaksınız; yılın bürokratı seçilenleri, efsane valileri, halkın derdini kendi derdi edinen hekimleri vs. Bozuk yapıya nefes aldıran isimlerdi bunların her biri. Devlet nezdinde değilse bile halk nezdinde karşılığını aldılar hemen hepsi.

Burada Recep Yazıcıoğlu ismini zikretmesek olmaz. Siyaset mekanizmasının bürokraside el üstünde tutmaya çalıştığı bu güzel isme yerleşik devlet bürokrasisinin sigortası vasfıyla dönemin devlet başkanı karşı çıkıyor ve bir kriz oluşuyordu. Sonrasını herkes biliyor zaten; halk, bürokrasinin hantallığı ve ideolojik tutumu karşısında insan olmayı başarabilen bu isme ‘efsane vali’ ismini veriyordu. Sonuç olarak 1999 yılında merkeze çekilen Yazıcıoğlu, AK Parti iktidarında bir nevi iade-i itibar ile Denizli Valiliğine atanıyor ve Denizli’de görev yaparken kimilerine göre ‘şaibeli’ bir trafik kazasıyla hayatını kaybediyordu.

Sistemsel olarak çözülemeyen bürokratik sorunlar bürokrasideki gözü kara isimlerin kişisel çabalarıyla çözümlenmeye çalışılıyor ve bu isimler toplum nazarında büyük itibar görüyordu.

Yeri gelmişken FETÖ bahsine de girmek icap ediyor. Devlet bürokrasisi ile toplum arasındaki bu derin ayrışmanın farkındalığı FETÖ için inanılmaz bir fırsat oluşturmuştur. Devletin çeşitli kademelerine yerleştirilen örgüt mensupları birbirileri arasında işleyen yeni bir bürokrasi üretmişlerdir. ‘Paralel devlet’ adıyla da anılan bu bürokrasi biçimi, toplumun değerlerini kullanıp bir anlamda itibarlı (!) bürokratlar üretmeyi başarmış, uzunca bir süre siyaset mekanizması tarafından da tercih edilmelerinin getirisi ile de azımsanmayacak düzeyde bir etki alanı oluşturmuşlardır.

Bürokrasinin neredeyse tamamında nüfuz alanlarını ele geçirmiş olan bu yapı, bugünün bürokrasisinden temizlendiğinde geriye kalan bürokratik aktörlerinin ve sistemin bir anlamda bocalama devresine girdiğini söyleyebiliriz.

Akademisyen Fatih Demir’in 2011 yılında kaleme aldığı “Bürokratik Kültür” isimli bir makale ile tanıştım geçtiğimiz günlerde. Kavramsallaştırma bana hayli ilginç geldi doğrusu. Makalesinin girişinde yer alan cümleleri buraya alıntılarsam Fatih Demir’in ne demek istediğini de kısaca ifade etmiş olurum diye düşünüyorum.

“Kültür bir toplumun kimliğidir ve kişinin yaşamının tüm alanlarını etkilemektedir. Her toplumun kendine özgü yeme-içme kültürü, ağırlama kültürü, çalışma kültürü gibi pek çok alt kültürü vardır. Toplumun kurumlarının nasıl yapılandırıldığını belirleyen bürokratik kültür de bir alt kültürdür ve toplumun siyasi ve sosyal kültüründen bağımsız değildir. Bürokratik kültür, bir toplumun idari yapısının algılanışıyla ilgilidir. İdareye ve idarecilik mesleğine karşı gösterilen tutum ve davranışlar toplumun bürokratik kültürünü meydana getirmektedir.”

2013 yılında “Tek Parti İktidarı Döneminde (1923-1946) Bürokrasi ve Siyaset İlişkisinin Weberyan değerlendirmesi” adıyla bir makale yayımlayan Nihat Yılmaz, Kadir Caner Doğan ve Hakan İnankul isimli akademisyenler çalışmalarında şu ifadelere yer veriyorlar;

“Tek parti iktidarı döneminde bürokrasi ve siyaset ilişkileri, meşru iktidar tipolojisi açısından Weberyan bağlamda değerlendirildiği zaman, Osmanlı Devleti’nden miras kalan geleneksel bürokratik yönetim anlayışı ve hukuki rasyonel bürokratik yönetim anlayışının bir arada oluştuğu söylenebilmektedir. Bu dönemde, modern bürokratik zihniyete dayalı elit kesim, reformların yegâne yürütücüsü olmuş ve kararlarını etkileyecek her türlü güce de karşı çıkmıştır. Dolayısıyla halk, karar alma sürecinden dışlanmıştır. Bürokrasi, siyaseti kontrol altına almış, devlet yönetimine ilişkin kararları kendisi belirlemiştir.”

Gelinen noktada yakın zamana dek hakimiyetini sürdürmüş olan bu anlayışın artık sonuna gelindiğini söyleyebiliriz. Tek parti iktidarı biteli bir hayli zaman oldu evet ama bürokrasinin iktidarı ve bürokrasinin siyaset mekanizması üzerinde kurduğu hakimiyeti Türkiye üzerinden daha yeni yeni atabilmiştir. Başkanlık sistemine geçiş tartışmalarını bu minvalde okumak ve değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.

Yeni sistemle birlikte Başkan Recep Tayyip Erdoğan ve ekibinin üzerine düşen en önemli husus, kuşkusuz, “Yeni Türkiye için yeni bir bürokratik kültür” inşasına imkân tanıyacak zemini üretmeleri olacaktır.