2000’li yılların başında AK Parti’yi iktidara taşıyan süreci bütün Türkiye yakinen biliyor diye düşünüyorum. Bugünden geriye baktığımızda gördüğümüz şey kaostan başka bir şey değildi. Ekonomik zayıflık, hak ve özgürlüklerdeki kısıtlar, devletin hizmet götürmek zorunda olduğu alanlardaki kötü tablo, ümitsizlik, gelecek kaygısı gibi birkaçını hemen bir çırpıda sıralayabileceğimiz gerekçeler karşısında AK Parti’nin öneriler sunuyor olması, toplum nazarında bir sosyal mecburiyeti de beraberinde getirmiş oluyordu. Türkiye, dünyadaki 1990’lar sonrasındaki geçiş sürecini neredeyse ıskalamak üzereyken, dünyayı iyi okumayı beceren AK Parti iktidar olmuştu.
Nitekim zaten geleneğinde var olan prensipler ışığında mevcut tabloyu iyi analiz edebilmiş ve çözüme odaklanmış olan AK Parti iktidarı, toplumu kendi kendisine karşı mahcup etmemişti. Doğrusunu isterseniz, “AK Parti iktidarının daha uzun yıllar boyu devam edeceği henüz ilk yıllarında belli olmuştu” cümlesini kurabiliriz. Zira toplum vermiş olduğu kararda yanılmamış olduğunu gördü. Bu, aynı zamanda, toplumsal özgüvenin yeniden oluşmaya başlaması anlamında bir zemini de oluşturmaktaydı.
Sosyal zorunluluk üzerinden gelişen bir iktidar serüveni kendisini gittikçe tahkim eder hale gelmişti. AK Parti iktidarları dönemini eğer üç ayrı dönem olarak ele alacak olursak, bu birinci dönemi ifade etmektedir.
Sonrasındaki dönemi anlamlandırabilmek maksadıyla bir değerlendirme yaptığımızda, gördüğümüz şeyleri arka arkaya sıralayacak olursak, dünya siyasal tarihinde eşine az rastlanır bir organizasyon ile karşılaşırız. Laiklik kalkanı altında cumhuriyeti koruma refleksi olarak görünen mitingler süreci, cumhurbaşkanlığı seçiminde ortaya konulan paçoz tablo, parti kapatma davası girişimi, darbe hazırlıkları ile tetiklenen bir yeni süreçle karşı karşıya kalmış olduğumuzu söyleyebiliriz.
Bu dönemde yine toplumun tavrı belirleyici olmuştur. Vermiş olduğu iktidar kararının arkasında durma kararlılığı, bir sosyal gereklilik halini aşarak bunun etrafında bir de ‘duygusal bağ’ çeperi oluşturmuştur. Toplumun önemli bir kısmı, bu iktidarı seçme tercihinde bulunmuş ya da bulunmamış olsun AK Parti yanında konuşlanmayı tercih etmiştir. Bu konuşlanmayı pekiştiren hassaten iki gelişmeyi de şu şekilde hatırlamış olalım; One Minute vakası ve Mavi Marmara üzerinden gelişen uluslararası boyutlu bir kriz.
Her iki dönem boyunca, ekonomi, sağlıktaki olumlu gelişmeler, kalkınma hamleleri, hak ve özgürlükler alanında iyiye gidiş, dış politikada özgüven gibi daha birçok alanda da oldukça önemli mesafe kazanılmıştır.
Aslında bu süreç hala devam etmektedir ve Türkiye bu hal üzere iken oldukça önemli bir eşikte geleceğini beklemektedir. Bu süreç devam ediyor derken, elbette, 17-25 Aralık yargı darbesi sürecini, DHKPC’sinden, PKK’sına, DAEŞ’inden FETÖ’süne kadar enteresan bir yelpazede seyreden terör dalgalarını, Güneydoğu sınırlarımızdan almış olduğumuz tahriki, 15 Temmuz işgal girişimini, dünyanın hakimi olarak kendisini konumlandırmış olan devlet ve devletlerden müteşekkil birliklerin geliştirdikleri düşmanca tavrı kastediyorum. Tüm bu olanlar belki daha erken bir vakitte sona ermesi gereken ‘duygusal bağ’ sürecini de uzatmaya yaramış ve toplum AK Parti iktidarını bugüne taşımıştır.
Bir eşikten bahsetmiş olduğumu sanırım fark etmişsinizdir. Bu eşik benim kanaatime göre AK Parti’yi üreten zihinsel yapının dünyaya söyleyeceği sözün kurumsallaşması sürecinden başka bir şey değildir. Aslında AK Parti iktidarı bugüne dek gelinen süreçte henüz kendi dünyasını tam anlamıyla yansıtacak politikalar üretebilmiş değildir. Bugüne kadarki süreci –ki iki bölüm halinde tasnif etmiştik- dalga kıran süreci olarak tanımlamak mümkündür. Bundan sonraki kuvvetle muhtemel sürecin adını pekâlâ dalga kurma süreci olarak adlandırabiliriz. Bu sürecin dışarıdan bakıldığında ipuçlarını verecek olan hususları, İnsani diplomasi, mülteci tanımına getirilmiş anlamlı bir bakış açısı, dünyanın yönetilme sürecine yapılan itiraz (ki bu itiraz ‘dünya beşten büyüktür’ sloganı ile sembolleşmiştir), terörle mücadele ederken geliştirilen hassasiyetler gibi sıralamak mümkündür.
Bu son süreç bir anlamıyla ülkeyi yönetme iddiasında bulunan Müslümanların da yaşadığı bir krizi bizimle tanıştırmıştır. Bu kriz ‘AK Parti’nin seçim sandığına giderken tezgâhına ne koyacağı, raflarında satmak üzere ne bulunduracağı ile tanımlanabilir bir krizdir.
Öyle sanıyorum ki, tıkanmışlık olarak okunması muhtemel bu dönem, seçimlere kalan bir buçuk yıl gibi bir süreçte aşılacaktır. Şehirleşmeye ilişkin yapılan özeleştiri açıklamaları ve belediye başkanlarının istifaları ile birlikte başlayan bu yeni dönemde AK Parti iktidarının topluma bazı önerileri olacaktır. Bu öneriler sonrasında oluşan tablo eğer toplumun satın almayı düşündüğü şeyler ile örtüşürse, artık bizi yeni bir dönem karşılamış olacaktır.
Doğrusunu isterseniz bu yönüyle baktığımızda önümüzde hiç de kolay olmayan bir buçuk yıl olduğunu görebiliriz. Ben şahsen Türk siyasi hayatının bundan sonraki şekillenmesinin bu bir buçuk yıllık zaman zarfında belli olacağını düşünenlerdenim.
Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.