Harun Yahya’nın (Adnan Oktar) çıkış kitabı olan Yahudilik ve Masonluk’u ilk ve daha az bilinen, karton kapaklı 1986 baskısından (İstanbul: Bilim Araştırma Yayınları) olmasa da, hemen bir sene sonra çıkan ve daha meşhur olan ciltli baskısından (İstanbul: Araştırma Yayınları, 1987) okumuş nesildenim. Kitap, parlak malzemeye basılı gotik kapağından başlayarak, içindeki cinayet resimlerine, Türk Masonlarının uzun listelerine, Masonların gizli ayin bilgilerine kadar, diliyle, üslubuyla, özellikle de tasarımıyla tamamen kült bir kitaptı. Türk sağının değişmeyen ilgi alanlarından Masonluğu ve Yahudiliği anlattığı için zaten “beklenen” bir kitaptı ama alanında ilk kez teknolojinin elinin değdiği, belli bir prodüksiyon fikriyle kotarılmış olan bu kitap, mesela Cevat Rifat Atilhan’ın ya da Necip Fazıl’ın yazılarından ve kitaplarından çok daha popüler oldu. Çünkü onlardan daha renkli, daha kuşe, daha hızlı ve daha kitsch’ti.
Adnan Oktar’ı ve genel olarak onun işlerini anlatan temel terimlerden biri bu olmalı: Kitsch. Sanatın ve sanat eserinin biricikliğine mukabil, hızla tüketimi hedefleyen ve sanatın taklidini, daha da önemlisi yağmalanmasını esas alan, sanatımsı anlamına gelen kitsch’i abartısından, klişe severliğinden, gösterişçiliğinden tanıyabiliriz. Sanat eseri sessizce ilham verir ve uyarır; kitsch bağırmak zorundadır. Kitsch, yalınlığın gücüne ikna olmaz. Hatta yalınlık ve biçimin kendi başına sergilediği güçten çekinir. Onun var olabilmesi için abartması, köpürtmesi ve bütün erişebildiği klişeleri üst üste yığması gerekir.
Yahudilik ve Masonluk kitabı, daha kapağından başlayarak böyle bir kitaptı aslında. Ama bizim, yani bu kitabı göklere çıkaran, ballandıra ballandıra anlatan sağcı, dindar vb okurun bu kitaptaki kitsch’i görebilecek donanımı yoktu. Kapağında iki gizemli mabet sütunu, arasında alevler, ortada bir kaide üzerindeki kuru kafa, kırmızı ve siyah ağırlıklı renkler, yaldızlı kitap başlığı filan derken, okurunu Masonluk ve Yahudilik hakkında serin bir değerlendirmeye değil, bir ürküntüye hazırlamaya çalışan, adeta bunun için çırpınan bir kapaktı. Kitabın içi de bundan farksızdı: Abartılı anlatımlar, manipüle edilmiş görsel malzeme…
Sonraki yıllarda Harun Yahya’nın kitaplarındaki estetik yaklaşım pek değişmedi. Altın rengini seviyordu mesela. Kabartmalı, yaldız çerçeveli, şelalelerin gezegenlerle dans ettiği, tavus kuşlarının minarelere konduğu, her biri birer fotoşop başyapıtı olan kapaklar birbirini izledi (Benzer kapakları ve görsel yaklaşımı Sızıntı dergisinde de görürdük). Bu kapakları bu kadar kötü yapabilmek için de apayrı bir beceriye sahip olmalı, hatta ölçü ve denge denen bazı temel fikirlere düşman olmak gerekirdi. “Müminin 24 Saati” isimli bir kitabının kapağında mesela, yaldızlı çerçeve içinde, göl kenarındaki bir orman resmi, üzerine kondurulmuş martılar, köşede alakasız bir muhabbet kuşu, Peygamber Efendimiz’in çerçeveyi ortalayan mührü, çerçevenin sol alt köşesine yerleştirilmiş üç tane mutlu ve Batılı çocuk başı. Nasıl yani, niçin ama, demekten başka çare bırakmayan bir kapak çabası.
Benzer görsel tercihler sahip oldukları ekranlarda da sürdü gitti. Ekranda gördüğümüz her ne varsa, hep şaibeli, hep çiğ ve abartılıydı. Normalliğin ve ölçünün yasak olduğu bir gezegenden yayın yapıyor gibiydiler. Dua cümleleri bile köpürtülmüş ve anormaldi. Kitsch’in saltanatı gibi bir şeydi gördüğümüz.
Şimdi bu son gözaltılar ve soruşturmaların gölgesinde denebilecek şey, Türk sağının (ve sağla barışık dindar çevrelerin) Harun Yahya’ya verdiği kredinin bittiği şeklinde olabilir. Son senelerdeki uygunsuz şovlar, deli saçması programlar filan gülünüp geçilecek cinsten sayıldı. Ama bu kredi tam bitmemiş olmalıydı ki, gözaltına alınması bu kadar gecikti. Bazı İslamcı/muhafazakar gazetelerin kendisine ve kitaplarına yıllarca çarşaf çarşaf yer vermeleri, kitaplarını promosyon yapıp dağıtmaları hep bu kredinin varlığından kaynaklandı. Ama artık Adnan Hoca’yı taşımanın zorluğu iyice belirdi.
İsmet Özel’den gençlik yıllarımda öğrendiğim bir ilke var: Bir yerde sanat beğenisi bakımından bir düşüklük varsa, orada yüksek fikir beklentisi içinde de olmamalı.
Yani “fikren ve ilmen yüksek ama zevki gelişmemiş” diye bir kategori yok. Yahudilik ve Masonluk ile başlayan ve sonrasında iki bin altı yüz seksen beş bin üç yüz kitapla süren yayın işlerinin her bir parçası zaten bize yapılan işin kıymeti hakkında bir fikir veriyordu.
Kısaca: Bu kadar beklemek gerekmiyordu aslında.
Son not: Sanat bize erken teşhis imkanı verir.