“Diyarbakır’ın Çermik ilçesinde, kendileriyle aynı saat diliminde arkadaşlarıyla halı sahada futbol oynamak isteyen Cumhuriyet Savcısı’na itiraz eden 14 öğretmen, iddiaya göre öfkelenen savcının talimatıyla gözaltına alındı. Polis merkezine götürülen öğretmenler, resmi işlem yapılmadan serbest bırakıldı.
Olay, 27 Şubat akşamı ilçe merkezindeki halı sahada meydana geldi. İddiaya göre 21.00 ile 22.00 saatleri arasına halı saha için rezervasyon yaptıran 7’şerli iki takım olarak maç yapmak üzere gelen 14 kişilik öğretmen grubu, hazırlıklarını yapıp sahaya çıktı.
Bu sırada, Cumhuriyet Savcısı’nın da aralarında bulunduğu grup sahaya geldi ve kendilerinin bu saate rezervasyon yaptırdıklarını söyledi. Cumhuriyet Savcısı, halı sahada kendi grubunun futbol oynayacağını söyledi. Şaşıran öğretmenler, sahayı terk etmelerini söyleyen savcıya itiraz etti. Öfkelenen savcı, iddiaya göre polise talimat vererek 14 öğretmeni gözaltına aldırdı. Polis merkezine götürülen öğretmenler hakkında resmi işlem yapılmayıp serbest bırakılırken, savcı ve arkadaşları futbol oynadı.
Olayın kamuoyuna yansıması üzerine Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, HSK’nın inceleme başlattığını ve konunun yakın takipçisi olduğunu açıkladı, Milli Eğitim Bakanı “Çermik’te öğretmenlerimize yönelik yaşanan olay bir öğretmen olarak bizi üzmüştür. Adalet Bakanlığımız tarafından gerekli işlemler başlatılmıştır. Böyle bir olayın tekrar yaşanmaması temennimizdir” ifadelerini kullandı. Memur-Sen ve Eğitim Bir-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın da sosyal medya hesabından şunları yazdı: “Konuyu Adalet Bakanlığına taşıdık. HSK’yı bu sevimsiz hadise için göreve davet ediyorum. HSK Konuya ilişkin inceleme ve soruşturma başlatmıştır. Bu duyarlı davranış için teşekkür ediyorum.”
Neresinden bakarsanız bakın hadise vahim.
Öteden beri dikkatimi çeken bir tabir vardır; ‘hukukun üstünlüğü’. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapılan yemin törenlerinde de geçer bu tabir. Siyasetçilerin siyaset meydanlarında çok sık kullandığına da tanık oluruz. Hukukun üstünlüğü trafik cezası tanziminde de aranan bir şeydir, mahkeme kapılarında hak ararken de. Sosyal adaletin tesis edilmesinde de başvurulması gereken bir kavramdır, ticari anlaşmazlıkların giderilmesinde de.
Lakin galiba bazıları hukukun üstünlüğü denilen şeyi, hukuku tekelinde bulunduranların üstünlüğü olarak anlama çabası içerisindeler. Öyle ya, bir savcının, halı sahada top oynayanları, soyunma odasındaki kimliklerini bile almalarına müsaade etmeden, halı saha ayakkabıları, şortları, eşofmanları ile polis otosuna bindirerek karakola taşımaya yeltenmesini başka bir şeyle izah edemeyiz çünkü.
Aslında bahse konu hadiseyi, münferit olarak değerlendirebiliriz. Sineği küçük görüp mide bulandırıcılığına bünyemizin müsaade ettiği nispette katlanabiliriz. Aslında büyük bir adalet mücadelesi yürütüldüğünü söyleyerek bu hadisenin büyütülmemesi gerektiğini savunabiliriz. Buradan yola çıkarak muhalefet edecek olanlara prim tanımamak adına üstünü örtebiliriz. Ama bence iş öyle değil. Mesele, bu davranış biçiminin devletin adalet mekanizmasının merkezine yerleşip yerleşmemesi meselesidir. Böyle bir riskten bahsedebilir miyiz, evet, böylesi bir risk düşük de olsa vardır, bahsedebiliriz, bahsetmeliyiz.
Mevcut iktidarın, 2002 yılından sonraki süreçte üzerine en çok eğildiği konuydu bu hukukun üstünlüğü mevzuu. Epey de yol alınmıştı aslında. Dokunulmaz denilene dokunuluyor, hakkın, adaletin tesisi anlamında cesur adımlar atılıyor, adalet mekanizmasına olması gerektiği gibi işlerlik kazandırılması yönünde önemli adımlar atılıyordu. Bu güzel adımların atıldığı zamanlarda, yine bu dergide, üstelik tescilli FETÖ mensubu Zekeriya Öz’ün dergi kapağına çekildiği bir sayıda ‘Adalet babamızın malı değildir’ başlığıyla bir yazı kaleme almış ve şunları söylemiştim;
“İçeriye baktığımızda da ilginç bir dönüşüm yaşanıyor. Adaleti arzu edenlerce desteklenen bir iktidar, bir zamanlar adaletsizliğin yapı taşı olmuş olanlarla hukukun verdiği mücadeleyi ve bu mücadeleye dair süreci mümkün olduğunca tarafsızca yönetmeye çalışıyor. En azından benim izlenimim bu yönde.
Tüm bu olan biten esnasında, hayretler içinde kaldığımız uygulamalar da olmuyor değil hani. Hep olan bitene ilahi bir hikmet yüklercesine ‘vardır bir sebebi’ diyerek yaklaşım sergilemek bizi nereye kadar götürecek bilmiyorum. Basılmamış kitapların toplatılması, içeride yatanların henüz yargılanmamış olmaları karşısında peşinden koştuğumuz ‘adalet’ kocaman bir vicdan olup da duruyor karşımızda bazen.
Biz Türkiyeli Müslümanları hasmı belleyerek bunun üzerine bir düzen kurmak isteyenler yani bizim tercihlerimizi hiçe sayarak kararlarımıza zerre miktarı saygı duymayanlar vardı bu ülkede. Bu zümreden zamanında çokça çektik mi? Evet çektik. Bütün bu olanlar adaletin peşine düşmek için bize güç kattı ama onlar bunu hiç fark edemediler bile.
Şimdi bizim üzerimizden bir kavga yürüyor. Bu gerçek. Tercihlerimizin sabote edilmek istendiği aşikâr artık. Ama iş gelip de şu noktada takılıyor; biz bu kavgada bir taraf mıyız? Doğrusu bu ya biz bunu bilemiyoruz. Yani aslında soruyu şöyle sormak lazım geliyor galiba; Ortada büyük bir dövüş var ama bu dövüşenler kimler?”
Sonuç olarak ortaya çıktı ki, iktidar adalet mekanizmasını yerli yerince oturtmaya çalışırken, birileri işte tam da bu çabayı yerle yeksan etmek için elinden geleni yapmış. 15 Temmuz işgal girişimine kadar varan bir süreçten bahsediyoruz, bilmem anlatabiliyor muyum?
Yine bugün birileri, adaletin tesisini imkânsız kılacak, sulandıracak, itibarsızlaştıracak kimi adli teşebbüslere, adli kararlara imza atıyorlar gibi görünüyor.
Ben şahsen, bir dönem adalet mekanizmasını, devlet içerisinde senelerce örgütlediği militanlarıyla sabote edenlerle, bir halı saha maçındaki 14 kişiyi keyfi bir uygulamayla karakola gözaltı maksadıyla götürenler arasında herhangi bir fark görmüyorum. Neticede birileri devletin tüm koridorlarında sadece kendisi top oynamak istiyordu bir diğeri ise “şimdilik” Diyarbakır’ın Çermik ilçesindeki halı sahada… Adalet çerçevesinden baktığımızda bu iki davranış biçimini zihnimizde aynılaştıramıyorsak, bu, bizde büyük bir meselenin varlığına delalettir, biline.