“Biraz bahar gerekiyor Allah’ım ben hiç iyi değilim
Biraz çağla birkaç erguvan gerekiyor”
İsmail Kılıçarslan
Kış, insanın kendisini korumaya aldığı zamanlardır. Kapı, pencere sıkı sıkıya kapatılır, insan kendisini bahara kadar taşıyacak ısıyı yanında yöresinde tutabilmek için bir bedel de ödeyerek çaba içerisine girer. Her yanı kaplayan soğuğa direnmek için bir anlamda içine kapanır. Bir ufuk yitimidir bu süreç. Güneş azalır, karanlık çoğalır, zaman daralır, kasvet hâkim olur çoğu zaman.
Bu kış da yaşadık bunları. Sonunda kış geride kaldı ve bahar geldi işte. Kış boyu bir nevi koruma refleksi ile kasılmış vücudumuz açılıyor yavaş yavaş. Kış rutininin biraz dışına çıkarak derin nefesler alıyoruz artık. Kimi zaman henüz çiçeklenmiş ağaçları gördüğümüzde coşuyoruz ve içimiz içimize sığmıyor. Kış vakitlerinde vücudumuzun korunma maksatlı sarf ettiği eforun o derin ve tuhaf yorgunluğunu atmaya çalışıyoruz.
Kuşların ve çocukların sesleri daha özgür artık. Olur ya hani, betonlar arasından çıkıp da şöyle yemyeşil çayırlara doğru yol aldığımızda yayılmış sürülerin arasındaki yeni yavrular yüzümüze bir tebessüm iliştiriyor.
Toprağa can geliyor, can yeryüzüne tüm renkleri ile yayılabileceği köklerle buluşuyor evvela ve bir çiçeğe bakıyor her şey. Ağaçlar, bağlar, bahçeler, bostanlar ve pazar tezgâhları renklenecek birazdan.
Toprağa, suya, havaya ve ennihayetinde gönlümüze cemre düşüren Allah, yaratmaya ve ikram etmeye devam ediyor.
Hamd alemlerin rabbi olan Allah’adır, şüphesiz.
***
Enteresan bir gürûh/gürûhlar türedi son zamanlarda; niyet okuyan, zan ile hareket eden, hemen herkesi kategorize ederek kendisine bir üst sınıf tahsis eden, bir tek cümle üzerinden hareketle bir ömrü karartmaya cüret edebilen, kendisine hasım olarak seçtiğinin günahlarını araştıran, zaaflarıyla, hatalarıyla alay eden, dalga geçen, ennihayetinde açlığa mahkûm edecek kadar ileriye giden, elinden gelse karşısında konsolide ettiğini topyekûn gömecek ve en tuhafı da kendisini ‘Müslümanlardan’ olarak tarifleyen bir gürûh/gürûhlar.
Kendilerini Müslümanlardan olarak tarifliyor olmaları dolayısıyla onlara ve onlar gibi davranmadığımızı düşündüğümüz kendimize birkaç hatırlatmakta bulunmak boynumuzun borcudur.
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete eresiniz.
Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sora fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte bu kimseler zalimlerdir.
Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurat Suresi 10-11-12)
Bu apaçık ayetlerin üstüne gıybet ile ilgili olarak Buhari, Müslim ve Tirmizi’de geçen bir hadisi nakletmekte fayda görüyorum;
Efendimiz (s.a.v) der ki:
“Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?
Ashab-ı kiram:
“Allah ve Resûlü daha iyi bilir” derler. Efendimiz açıklar:
“Birinizin kardeşini hoşlanmayacağı bir şeyle anmasıdır. Eğer söylediği şey onda yoksa o zaman iftira etmiş olur”
Yapılan şey gıybettir değilse iftiradır. Bu kadar net…
“Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve: “Ben gerçekten Müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?
Hem iyilik de bir değildir, kötülük de. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. O zaman seninle kendi arasında bir düşmanlık olan kişinin, sanki samimi bir dost gibi olduğunu görürsün.
Bu olgunluğa ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak hayırdan büyük bir pay sahibi olan kavuşturulur.
Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa hemen Allah’a sığın. Çünkü O her şeyi işitir ve bilir.” (Fussilet Suresi 33-34-35-36)
Müslümanlardanım demek bedel ister, ‘olgunluk’ ister, ‘hayırdan büyük bir pay sahibi olmayı’ ister. Nefsimize zor gelse de, çoğu zaman kendimizi çiğnemek anlamına da gelse sözün en güzelini söylemek, davranışın en güzelini sergilemekle mükellefiz.
Kendisinde güzel örnekler bulunan Peygamberimizin “Güzel söz sadakadır” demesi elbette boşa değildir.
Evet, zaman zaman içimizden bazılarımız hataya düşebiliyor, hayat böyle bir şey neticede. Bir ifadeyi kullanırken haddimizi aşabiliyor, kötülüğü tanımlarken kullandığımız bir kavram kötülüğün sempatik görünmesine sebep teşkil edebiliyor, yanıldığımızdan ötürü tolerans çıtamızı kimilerine göre daha yükseğe koyarak muamelede bulunabiliyoruz. Bunun farkına varan bir diğerimizin –en hafifinden söylemiş olayım- birdenbire bizi yabancılaştırarak ‘kim ulan bu’, ‘ne diyor lan bu’ tarzında yaklaşım sergilemesi oldukça tuhaf kaçıyor. Bununla da yetinilmiyor tabi, eski defterler karıştırılıyor ve o defterlerden cımbızlanan kimi cümleler karşı tarafa yerleştirilen hedefe ait bir kitabeymiş gibi sunulabiliyor.
Oysa ki, Hz. Peygamber (s.a.v) bir başka hadisinde;
“ Kim bir kardeşinin ayıbını örterse Allah da ahirette onun bir ayıbını örter”
buyuruyor.
Birbirimize karşı biraz daha özenli olmamız gereken zamanlarda olduğumuzu düşünüyorum.
***
Yazımın girişinde kıştan ve kıştan sonra gelen bahardan bahsetmemin elbette bir sebebi var.
Bahar gibi bir güzelliği FETÖ’cülere hasredip Müslümanları kışa mahkûm edenler var yine bu gürûh içerisinde. Ne zaman bir Müslüman bahardan bahsedecek olsa “bak gördün mü onlarla aynı dili kullanıyor” diyerek, sadece bu benzerlikten yola çıkarak yanından iterek karşısına konumlandırdığını ‘FETÖ’cü’ olarak yaftaladıklarını gördüm geçtiğimiz hafta içerisinde.
Yapmayınız efendim; ‘bahar’ diyemeyeceksek, ‘cemaat’ kavramını geri almamak üzere onlara terk edeceksek, sırf onlar bu tabiri kullandı diye ‘hizmet’ten vazgeçeceksek ölelim daha iyi.
Yaşadığımız bu kış çağına bakacak olursak, şunu söyleyebiliriz;
Zorlu bir kış döneminden geçiyoruz, burası muhakkak. Bahar bize nasip olur mu olmaz mı bilemiyorum ama bahar yolunun yolcusu olmak bile başlı başına bir güzelliktir bizim için. Çünkü biz zaferle değil, seferle emrolunmuşuzdur.
Ahiretimiz bahar olacaksa varsın dünyamız kış olsun. Ama kış dediğin de öyle bir başına geçirilebilecek bir şey de değildir. Birbirimize ihtiyacımız var. Gözlerimiz, cümlelerimiz, yapıp ettiklerimiz, kalbimiz birbirimizi ısıtmak şöyle dursun bizi daha da üşütecekse vay bizim halimize. Bu, yandığımızın resmidir.