Araçlardan, binalardan, yolların durumundan, yol boyu sıralanan dükkânlardan, insanların yüzlerinden, reklam panolarından yola çıkarak Lübnan’a dair bir ön tahlile yelteniyoruz kendimizce. Nedendir bilinmez şöyle bir tanımlama düşüyor zihnime birden; ‘Çokça Ortadoğu’.
Her yolculuk hafif bir anksiyete üretir bende. Çokça heyecan, çokça merak ve bir miktar belirsizlikten kaynaklandığını düşünürüm. Geride bırakılanlara dair daha yola çıkışın hemen akabinde başlayan özlem eşlik eder yol boyu. Yeni yerler görecek olmanın, yeni insanlar tanıyacak olmanın heyecanı vardır. Karşılaşılması muhtemel tüm olumsuzlukların ipuçları gözlerinin önündedir daima.
Eksiklik duygusu vardır bir de. Hani bilirsiniz, bir şey unutmuşsun da o unuttuğun şeyin ne olduğunu hatırlayamıyormuşsun gibi bir şey işte. Ne unuttuğunu hatırlamak mı daha iyidir böyle bir durumda yoksa ne unuttuğunu bir türlü hatırlayamamak mı? Hatırlayacak olsan ne yapabilirsin ki zaten diye düşünür ve aynı mevzuyu bir sonraki hatırlayışa kadar geçecek zaman diliminde geçici bir konfor alanı üretirsin kendine. Ve yolculuk boyunca neleri unutmuş olduğunu hatırlar durursun ve yolculuk sona erdiğinde hiçbir şeyin kalmamış olur böylece.
Anadolu’yu aşarak ulaştık Akdeniz’e. Daha Kıbrıs üzerindeyken alçalmaya başladı uçağımız. Larnaka sonrası bir başka Akdeniz’le karşılaşırsınız tam da burada. Çokça hüzün barındırıyor buralarda Akdeniz. Sanırım şöyle anlatabilirim ne demek istediğimi;
Osman Sarı 1974 Haziran’ında Edebiyat Dergisi’nde yayınladığı ve üstümüze haksızca saldıranlara ithaf ettiği Şehit Söylevi şiirine;
“Ortadoğu
savaşında
ölenlerin cesetleri
kıyılarımıza vurmağa başladı”
diye başlar.
“Biz de yaşamak için gelmişiz
İnsanlar
Biz de yaşamak için”
diye de devam eder.
Öyle bir hüzün işte.
Burası Lübnan işte… Önce dağlarla Akdeniz arasına sıkışmış yüksek binalar ve sahil şeridine yayılmış tatil siteleri, oteller görünüyor. Havaalanına inişten hemen önce görünen derme çatma, yaralı binalar, metruk meskenler, eskimiş yapılar, hurdalıklar eşliğinde iniyoruz Beyrut Refik Hariri Havalimanına.
Pasaport kontrolü, bagaj alımı derken birbirinden oldukça farklı kültürlere sahip insanların arasına düşüveriyoruz. Doğum günü kızına yapılan sürpriz bir parti, uzunca zamandır beklenen evlatlarını alınlarından öperek karşılayan beyaz başörtülü kadınlar, siyah gözlüklü irice adamların hepsi karşımızda işte. Şimdi bize düşen, bizi karşılayacak olan Nebil Bey’i bulmak.
Çok değil, bir iki dakika sonrasında buluşuyoruz Nebil Bey ile. Yanında Türkçe konuşan biri var; Abdullah. Belli ki havalimanında karşılaşmışlar. Diğer yanında Mahmut duruyor; siyah şapkası, uzun bıyığı ve sakalı, yapılı cüssesi, heyecanını dizginlemeye çalışan tavırlarıyla.
Sadakataşı Derneği’nin kurban faaliyetlerini koordine etmek, Sadakataşı Derneği’ne kurban bağışında bulunmuş olanların kurbanlarının gereğince kesilmesini ve hakkıyla yerine ulaşmasını teminen buradayız. Arife gününden itibaren toplam dört gün sürecek programımız. Kesim, dağıtım ve planlanan ziyaretler dolayısıyla oldukça yoğun bir program bizi bekliyor. Niyetimiz, bayramın birinci günü Ketermaya bölgesinde, ikinci günü Baalbek şehrinde ve üçüncü günü ise Beyrut’taki mülteci kamplarında organizasyonumuzu gerçekleştirmek. Hâl böyle olunca ne Beyrut’u hakkıyla görmüş olacağız ne de Trablus’u.
Programa bakınca fark ediyorum ki, arife gününü dinlenmeye ayırmışlar bizi dört gün boyunca misafir edecek olan arkadaşlarımız. Saat ikindiye doğru ilerliyor. Ani bir karar olabilir belki ama bugünü dinlenmeye ayırmak yerine kadim şehrimiz Trablus’a ayırmaya karar veriyoruz. Nebil Bey de sağ olsun kırmıyor bizi. Mahmut zaten dünden razı. Nebil Bey’den bayramda görüşmek üzere ayrılıyoruz. Mahmut düşüveriyor önümüze ve öylece çıkıyoruz havalimanından.
Sıcak çarpıyor evvela yüzümüze. Mahmut otoparkta dizili araçların aralarından geçerek bize tahsis edilmiş eski bir arabanın yanına kadar hızlı ve emin adımlarla götürüyor bizi. Havalimanı otoparkından çıkarken yol arkadaşım Fatih hafiften gelen müzik sesine ‘Etyaf mı bu?’ diye tepki veriyor. Mahmut’un gözleri parlıyor, ses düğmesine gidiyor eli ve Filistin marşları düşüyor Beyrut caddelerine.
Havalimanı civarı Hizbullah kontrolünde Beyrut’ta. İmam Humeyni Bulvarı’nı geçerek uzaklaşıyoruz havalimanından. Trafik çok yoğun. Bir kaos hakim yollara. Araçlardan, binalardan, yolların durumundan, yol boyu sıralanan dükkânlardan, insanların yüzlerinden, reklam panolarından yola çıkarak Lübnan’a dair bir ön tahlile yelteniyoruz kendimizce. Nedendir bilinmez şöyle bir tanımlama düşüyor zihnime birden; ‘Çokça Ortadoğu’
Aklımda hep Beyrut var ama Beyrut’a şimdilik teğet geçerek düşeceğiz Trablus yoluna.
Bakalım neler bekliyor bizi..
-devam edecek-