Gülencilik’in bir tarikat olmadığını söylüyoruz. Bunu sadece İslami yapıların aralarında bir ayrım yapamayan ve cemaat yapısıyla tarikatları birbirinden tefrik edemeyenlere yol göstermek için söylemiyoruz. Belki daha ziyade, tarikatların bazı -belki de bir çok demeliyiz- unsurlarını bileşenleri arasına dahil ederek kendisini kurgulayan Gülencilik’i, çağdaş bir “fırak” (dini/teolojikfırkalar) edebiyatı içinde daha berrak mütalaa edebilmek için yapıyoruz.
Konuya dair ilk yazımızda, Gülencilik’in evvelemirde silsilesizliği sebebiyle bir tarikat olmadığını söylemiştik. Silsile, bir tarikat asabiyetinin nesiller boyu taşıyıcısı olmaktan ziyade, tarikatların denetlenebilirliğini, şeffaflığını temin eden bir unsurdur. Silsile üzerinden takip edilebilecek soyaçekim nitelikleri vardır ve bu sayede bir tarikatın son halinin, kendi tasavvufi soyunu ne derece yansıttığını bu silsilesi üzerinden izleyebiliriz.
Bu silsileye tabiiyetin sağladığı bir husus da, bir tarikatın tarih içindeki yolculuğunu izlemesini sağlamasıdır. Hiçbir tarikat tarih içinde değişmeden, ilk asırların nitelikleriyle kalmamıştır. İbnü’l-Cevzi, İbn Teymiyye ya da İbn Kayyim gibi büyük Selefiler, kendi zamanlarındaki tarikatları sertçe eleştirirken, ilk nesil sufileri tebcil edegelmişlerdir. İlk nesil sufilerin zühd, takva, vera gibi temel tasavvufi nitelikleri haiz olduklarını, kendi zamanlarındaki sufilerinse birer bidatçi olduklarını iddia etmişlerdir. Bu eleştirinin altında da, tarikatların tarihsel yolculuğunu sıfırlama eğilimi vardır. Böylece Selefi perspektif, tarihin belli bir evresindeki pozuyla kaydedilmiş olan, insanın ve toplumun değişimine eşlik etme kabiliyetinde olmayan, aslında bir tür müzelik bir tasavvuf anlayışını savunur olmuştur. Bunun doğal sonucu da, “Selefi tasavvuf” adıyla, kitabi bir tasavvufun icat edilmesidir. Kitabi tasavvuf ise, nihayetinde kurgusaldır, derlemecidir ve bu nitelikleriyle insan gerçeğine tekabül etmekten mahrumdur.
Tasavvufun bu canlılık niteliğini edebiyat okuması üzerinden modelleyebiliriz. Şöyle ki: İlk çağların klasiklerini okumak bugün edebiyat eğitimimiz için anlamsız değildir. Ama sadece onları okumayı yüceltmek, onlar gibi yazma gereğinden dem vurmak, onların zevkini birebir temsil etmek istediğimizde, bunun bizi bir tür tarih dışılığa savurması kaçınılmazdır. Aslında belki de daha önemlisi, bugünün parlak edebi eserinin, bünyesinde ilk çağların edebi eserlerinin verimlerini üsare olarak, öz olarak, gen olarak temsil ediyor olmasıdır. Bugünün en iyi edebi eserlerini okumak, bize önceki çağların edebiyatını bu eserlerden bilinçsizce de olsa süzmemizi temin edecektir.
Gülencilik, fırkanın genel nitelikleri itibariyle Selefi özellikleri haiz olmamakla birlikte, bir tarikat olmayan bünyesine tasavvufi bir aşı yapmak istemiş ve bu noktada yolu Selefilerle kesişmiştir. Gülencilik’in tasavvuf sevgisi, Selefilerinkine yakındır. Her ikisi de ilk dönem sufilerin tasavvufi meşreplerine davet ederler. Ve -test etmek bedava- her ikisi de Mevlana ve İbn Arabi’ye kuşkuyla yaklaşırlar. (Gülencilerden, Mesnevi’nin birçok yerinin tevhid ve ahlak umdeleri açısından kabul edilemez olduğunu defalarca işitmiştik)
Kitabi tasavvuf hüzne çağırır. Endülüs’lü sufi Şüşteri, kendi çağdaşlarının, sufiyi kaygılı, melankolik, hüzünlü biriymiş gibi algılama eğilimlerinden şikayet eder. Ona göre ancak sahte bir sufi böyle pozlara başvurur. Tasavvufi literatür bize sufilerin melankolik ve depresif değil, tevekkül ve rıza sebebiyle mutlu, mutmain ve dingin kimseler olduğunu telkin eder. Bugün dahi öyledir. Birçok tarikatın dergahında kasvet ve bungunluk değil, neşe ve enerji hakimdir. Bu sebeple Gülencilik, liderinden çeperlerine doğru taşan hüzün bazlı manevi havası sebebiyle de bir tarikat değildir.
Tarikatlardaki rüya teması da Gülencilik’ten bambaşkadır. Bir tarikatta rüya, önemini, görenin manevi ilerleyişine tanıklığından alır. Seyrü sülukun gidişatı, virdin artıp artmayacağı, manevi seviyeye dair bir şuur yükselişi, rüya verileri sayesinde şöyle böyle izlenebilir. Burada, her türden rüya değil, manevi tekamülün yol işaretlerini veren rüyalar söz konusudur. Bu haliyle de rüya, salikin manevi yolculuğunun biricikliğine bağlı olması sebebiyle çok kişiseldir ve görenle mürşidi ilgilendirir. Bir başka husus da, özel bir rüyanın aleni olarak paylaşılması tarikat adabında yakışıksızdır. Bir rüyanın, şantaj malzemesine ya da “verimliliği artırmaya” yönelik bir promosyon faaliyetine dönüşmesi ise hayal bile edilemez.
Tarikatların öncelikli gündemi manevidir, manevi olmalıdır. Tarihte maddi iktidarla aralarına koydukları mesafe, onları siyasete bigâne bile kılmıştır. İlgi alanları manevi iktidar, manevi gürbüzlüktür. Modern dönemlerde tarikatların cemaatlere evrilerek, siyasi ve ekonomik birer aktör haline gelmeleri, tasavvuf tarihi açısından arızi ve modern bir durumdur. Tarikatlar açısından arızi olan bu durumun, tam da Gülenciliğin yapıtaşlarından biri olması sebebiyle de Gülencilik bir tarikat değildir.
Belki şu uyarıyı yapmanın yeridir: Türkiye’de tarikatlar, iktidarla ve her türden merkezle ilişkilerinde Gülencilik’i taklit etmemelidirler, etmeyi bırakmalıdırlar. Gülencilik, Müslüman bir şahsiyet inşası ve Müslümanca bir dünya hülyası için çıkmaz sokaktır.