Bir NATO varmış!

Kuzey Atlantik Paktı olarak bildiğimiz, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü adlı kuruluş 69 yıllık tarihi boyunca ne amaçla kurulduğu ve hangi amaca hizmet ettiği hala muammadır. Dünyanın en eski kapsamlı güvenlik kuruluşu olmasına rağmen ABD çıkarları dışında neye hizmet ettiği, üye ülkelerin güvenliğini sağlamada eşit ve adaletli olup olmadığı tartışması kuruluşun tarihi kadar eskidir.

Uluslararası askeri işbirliği çerçevesinde faaliyetlerde bulunan örgüt sadece üye ülkelerinin değil Afrika, Güneydoğu Asya ülkelerinin güvenliği konusunda da sözde barış tesis etmek için faaliyetlerde bulunmaya devam ediyor. Libya’da Fransa’nın öncülüğünde barış ve güvenliği sağlamak adına operasyonlar düzenliyor, Afrika Birliği gibi kuruluşlarının askeri faaliyetlerine destek vermeyi sürdürüyor.

NATO üyesi olmayan bir devletin “mesela Nikeragua’nın” güvenliği ile ilgilendiği kadar 1952’de üyesi olan Türkiye’nin güvenliği ile ilgilenmedi. Aksine sanki Türkiye NATO üyesi bir ülke değilmiş gibi bir tuhaf davranış sergiledi ve sergilemeye devam ediyor. Oysa Türkiye, her zaman için NATO’nun hedefleri doğrultusunda hareket etti.

Türkiye, soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin yayılmacı tehditlerine karşı NATO’yu sığınılacak bir liman olarak görmüş, her defasında limanda bekleyen üye ülkelerinin gemileri sanki Türkiye bir tehditmiş gibi sıkıştırmaya, mağdur etmeye devam etmişlerdir. Rumların ortaya çıkardığı ve Yunanistan’ın taraf olduğu Kıbrıs olaylarında NATO’ya bağlı Batı ülkelerinin bu ikircikli tavrını görmek mümkündür.

Türkiye neden NATO tarafından istenilmeyen gelin olarak görüldüğünü anlamak oldukça zordur. NATO’nun bir bakıma sınırlarını teşkil ediyor Türkiye. NATO’nun güneydoğu sınırı PKK/PYD ve DAEŞ gibi kanlı terör örgütlerinin tehdidi altında iken, üye ülkelerin eleştirel bir tutum sergilemesi anlamsız ve mantıksızdır. Sadece eleştiri ile sınırlı kalmayıp başta ABD ve Almanya olmak üzere terör örgütlerinden yana bir davranış sergilemeleri NATO’nun kuruluş varlığı ile örtüşmemekte.

Türkiye NATO’ya karşı görevlerini Somali, Afganistan krizlerinde örnek bir davranış sergileyerek hatta risk alarak yerine getirmişken, dönemin ABD Başkanı Johnson’ın, İsmet İnönü’ye gönderdiği ‘gece gelen mektup’ gibi, Türkiye’yi Afrin konusunda eleştirmeleri bir duyarsızlığın göstergesidir.

Gerek Fırat Kalkanı gerek Afrin Operasyonu’nda NATO’nun Türkiye’ye isteksiz sözde desteğini gördük, görmeye de devam ediyoruz. Hatırlayın Fırat Kalkanı harekatında Türkiye DEAŞ’a karşı ağır darbeler indirirken, NATO hava desteği sağlamada bile tereddüt etmişti.

NATO ülkelerinin PKK’yı bir terör örgütü olarak görmelerine rağmen kendi ülkelerinde bu hain örgütün faaliyetlerine izin vermekteler. Hatta bazı NATO üyesi ülkelerin meclislerinde bile PKK’nın Suriye kolu olarak bilinen PYD’nin paçavraları sergilenebiliyor. Parlamentolarında PYD lehine bazı milletvekilleri şov yapabiliyor. Bir bakıma terör örgütü bu unsurlar tarafından normalleştiriliyor, benimseniyor ve meşrulaştırılıyor. ABD’nin Somali’de, Libya’da sınır ötesi güç kullanırken masum sivilleri hedef alması görmezden gelenler, Fransa’nın Mali’de sivilleri öldürmesine sessiz kalanlar, Afrin Harekatı’nda teröristler etkisiz hale getirilirken seslerini yükseltmeye çalışıyor.

Afrin Harekatı, Türkiye’nin terörle mücadelesinde en önemli dönüm noktasıdır. Türkiye’nin Afrin’e girmesinden başka çaresi yoktur. Çünkü bu varoluşsal bir mücadeledir. Ya terörle yaşamaya, vesayet altında kalmaya devam edeceğiz ya da PKK/PYD ve DEAŞ terörünü ortadan kaldıracağız. Terörün sona ermesini istiyorsak Türk ordusunun Afrin Operasyonu’na bir bütün içerisinde destek vermemiz şarttır.

Maalesef NATO, bu Afrin operasyonunda Türkiye’nin yanında olmadığını göstermiştir. Kendi üyesine karşı PKK/PYD taşeron örgütü kullanarak bir mücadele yürütüyor. Bu terör örgütlerine gerek para, gerek askeri destek vermeleri bu hastalıklı bakışın örnekleri değil mi?

NATO, 1960, 1980, 28 Şubat’ta üstlendiği rolü şimdi PKK/PYD ve DEAŞ’ı kullanarak yerine getirmek istiyor. Hedef Türkiye’yi kendi vesayetleri altında tutmak, 15 Temmuz’da yapamadıklarını Suriye’de terör örgütlerini kullanarak başarmak. Yani Türkiye’yi hizaya getirmek.

NATO’nun hedefi artık tamamen başta ABD olmak üzere birkaç ülkenin güvenliğine odaklanmak. Türkiye’nin güvenliği onlar için önemli değil. Kendi hedefleri için Türkiye’nin kolaylıkla feda edilebileceğini düşünmekteler. Fakat Türkiye Afrin Harekatı’yla Türkiye’nin güvenliğinin her şeyden daha önemli olduğunu hatta Türkiye’nin güvenliğinin bir bakıma topyekun NATO’nun güvenliği olduğunu göstermek istemiştir.

Bizim anlamamız gereken, NATO’nun bizim güvenliğimizi sağlamakla ilgili bir isteği ve niyetinin olmadığıdır. Çünkü terör örgütlerine destek veren üye ülkelerden Afrin Harekatı’na destek beklemek hayal olur. Biz NATO yokmuş gibi davranmak zorundayız. NATO diye bir örgüt var mı yok mu bunu çok önemsemeyeceğiz. Onlardan destek beklemek yerine kendi güvenliğimizi yine biz sağlayacağız, şimdiki gibi…

Bazıları NATO’nun bu davranış bozukluğunu sergilemesi üzerine NATO’dan çıkmalıyız gibi söylemler içine girdi bile. Biz son kertede bile NATO’yu ikna etmeye çalışacağız. Eğer artık NATO ikna olmuyorsa, terör örgütlerine destek vermeye devam ediyorsa yeni bir başlangıç yeni bir adım atmamız gerekecek. Türkiye’nin güvenliği, barış ve huzur içinde olması her şeyden önce gelir. Eğer Kıbrıs Harekatı’nda olduğu gibi NATO bize karşı silah ambargosu koysa bile bu oyuna gelmeyeceğiz, o oyunu bozacağız.