Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’ndeki kripto cinayeti, FETÖ sorgulamalarının yöntem ve sonuçları üzerinde özenle durulmasını gerektiriyor.
Eğitim Fakültesi Dekan Yardımcısı’nın, Fakülte Sekreteri ile iki araştırma görevlisinin, sorgulamasına başlanılan bir FETÖ elemanı tarafından katledilmesi, onun sadece akli dengesinin yerinde olmayışıyla izah edilemez.
Çünkü FETÖ elemanlarının hiçbirisinin akli dengesi zaten yerinde değildir. 15 Temmuz darbe girişiminde 248 kişinin şehadetine, 2196 kişinin yaralanmasına sebep olan bir örgüte hangi akıllı mensup olabilir ki?
Olay savcılık ve diğer ilgili merciler tarafından sorgulandığı için, FETÖ’nün yeni canisi hakkında detaylı bilgi veremeyiz, ancak basına yansıyan bilgiler üzerinden şunları söyleyebiliriz:
Dört mesai arkadaşını gözünü kırpmadan katleden Volkan Bayar, iki yüzün üzerinde kişiyi (ki bunların çok büyük bir bölümü üniversite elemanıdır) FETÖ’cü diye şikayet ettikten sonra, bu şikayetlerden mağdur olanların baskısıyla kendisi hakkında soruşturma açıldığında, FETÖ ile bağının ifşa olacağından korku duyarak, ruhsatlı tabancasına sarılıp, önüne geleni kurşunluyor.
Katilin, ilk bakışta bizlere sordurduğu soru şudur: İki yüz kişiyi ihbar eden sıradan bir araştırma görevli hakkında, “yahu bu adam nasıl bir ihbar makinesidir; hangi amaçları gütmektedir ki, bunca insanı şikayet edebiliyor” diye düşünen bir kişi bile çıkmamış mıdır?
Devletler, kendi güvenlikleri için muhbirlere itibar edebilirler; muhbirliğin katışıksız ahlaksızlığı bir yere kadar güvenlik bağlamında mazur da görülebilir; hatta FETÖ gibi baba ile oğulu, gelin ile kaynanayı çatıştırabilen bir örgütün şerrini defetmek için gerekli bile görülebilir.
Ancak söz konusu şerrin defedilmesinde, zikredilen bağlamda kantarın topuzunun kaçtığı söylenemese de, bununla birlikte ortaya çıkan şu üç gerçeğin üzerinde maalesef sonuç hasıl edebilecek bir ciddiyetle durulmamıştır:
1-Muhbirin ihbarını soruşturmadan önce bizzat muhbirin kendisinin sorgulanması,
2-Buna bağlı olarak genişleyen ihbar pazarının, devlet kurum ve kuruluşlarında yükselme tutkusunun, göze girme hırsının, adam harcama keyfinin kıskacındaki kimi kişilere fırsat yaratması,
3-Bu iki husustaki aksamanın, halen şeytanın bile aklına gelmeyecek fitne oyunlarına başvurmaktan geri durmayan FETÖ tarafından, iyi planlanmış bir kripto tezgahına dönüştürülmesi.
İlk husus için söyleyebileceğimiz fazla bir şey yok; emniyet ve istihbarat kurumlarının bu konuda sorumsuz bir tutum içinde olmadıklarına, belli politikalar uyarınca hareket ettiklerine inanmak durumundayız.
Diğer iki hususa gelince.
Varan 1
Sağlık Bakanlığı’nda son bakan değişikliğiyle birlikte, emektar daire başkanlarından biri FETÖ suçlamasıyla görevinden alınarak, kızağa çekiliyor.
FETÖ’ye düşmanlığıyla maruf olan bu zat, görevden alınmasından değil, bu tarzda suçlanmasından duyduğu büyük üzüntüyle, bir üst makamdaki zata giderek, ona böyle bir zanna tabi olarak görevden alınmasının gayri ahlaki olacağını söyleyip, hakkında doğru bir gerekçelendirme yapılmasını talep ediyor.
O yetkili, “elbette sizi yakından tanıyorum, bu şekilde suçlanmanıza ve bu gerekçeyle görevden alınmış olmanıza gönlüm razı olmaz, gerekeni yapacağım” diyor.
Sonuç: Mezkur suçlamayla görevden alınan daire başkanı, kısa bir süre sonra kendi hakkında bu suçlamayı yapanın, bizzat o makamdaki kişi olduğunu tespit ediyor.
Varan 2
Üsküp’te Türkiye’ye ait kurumlardan birinin müdürü, Üsküp’ün yerlisi olan bir elemanını, (şehri çarşısıyla, pazarıyla, bürokrasisiyle, hizmet satın alınabilecek birimleriyle çok iyi biliyor, tanıyor olması nedeniyle kendisini murakabe edebilme endişesinden hareketle olsa gerek) görevinden almayı kafasına koyuyor.
Kendisine göre uygun bir zamanlamayla onu çağırıp “Hakkında istihbarat tarafından bir dosya verildi. Bu dosyada babanızın FETÖ imamı ve dolayısıyla sizin de FETÖ’cü olduğunuza dair bilgiler ve belgeler var” diyor. Kendisi de bir yana babasının FETÖ’cü olmasının imkansızlığını dile getiren bu eleman, müdürünün ısrarlı tutumu karşısında ailesinin koruma kaygısıyla uygun tedbiri ona soruyor.
Müdürü, istifa etmesi halinde dosyanın rafa kaldırılacağını ve haliyle bir süre sonra da unutulacağını söyleyerek, o zaman elemanı tekrar işe alacağını vadedip, güya sorunu hem kendi sorumluluğu hem de elemanın selameti açısından makul bir şekilde sonuca bağlıyor.
Eleman, istifasından birkaç ay sonra bekliyor ki, müdüründen işe tekrar alınma haberi gelsin. Haber geliyor gelmesine de şöyle geliyor:
Müdür, Türkiye’ye ait diğer kurumların müdürlerine “bir FETÖ mensubu işte böyle temizlenir, beni örnek alın” diye şişinmekle kalmıyor, halk içindeki meraklıların merakını da “Babası FETÖ imamıymış, bastım kıçına tekmeyi” diyerek gideriyor.
Hal böyle olunca, müstafi eleman geç de olsa hakkında bir tezgahın tertiplenmiş olabileceğini düşünmeye başlıyor. Önce müdürünün varlığından söz ettiği dosyanın peşine düşüyor; cevabı Üsküp’ten alamayınca Türkiye’deki ilgili kurumlardan soruyor ama dosyanın varlığını kimse teyit etmiyor.
Bir konuşma sırasında müdürünün benim hakkımda bile FETÖ’cü suçlamasında bulunduğunu da hatırlayıp, yaşadığı olayları ve ilgili kurumdaki sonraki gelişmeleri yeniden değerlendirerek, müdürün kriptoluğundan kuşku duymaya başlıyor ve onun hakkında öğrendiği her yeni bilgi de bu kanaatini pekiştiriyor.
Sonuç: Hala işsiz olan eleman, ak alnına sürülen bu lekenin temizlenmesi için uğraşıyor ve müdürü de henüz kimse sorgulamıyor.
Peki, genel sonuç nedir derseniz: Bunun cevabı yukarıdaki satırlarımın içindedir.