Gülencilik’in dini/teolojik karakteri çözümlenmelidir, diyoruz. Çünkü çözümlenebilirse, kendisinden neşet ettiği din anlayışı tahlil edilebilirse, Gülencilik kovuşturmasının yarattığı “zararlı akımlarla mücadele ruhu”nun, geleneksel dini yapılara zarar verecek bir el çabukluğuna düşmesine mani olunur. Oysa Diyanet’in son Din Şurası’nda konuşulanlar, bazı eski Diyanet reislerinin ekran beyanatları, hazır el değmişken her türden dini ve tasavvufi yapının silkelenmesine dair bir hevesin resmini veriyor.
Gülencilik’in teolojik eleştirisi önemlidir. Çünkü Gülencilik, temelde Sünni kaynaklardan, yine Sünni görünümlü bir metodolojiye sadık kalınarak üretilmiş bir teolojik zeminin üzerinde yükseliyor. Birkaç Şii unsura yer verişine ve kimi batıni tevil heveslerine karşın, Gülencilik’ten aleni bir Batınilik, heterodoks bir Hurufilik çıkarmak zordur. “Haşhaşi” nitelemesi bile, son tahlilde, tarihteki Haşhaşilerin teolojik yönelimine değil, fırkanın süikastçılığına bir atıf taşıyor.
Bu sebeple, Gülencilik’in Sünni veriyi manipüle ediş biçimi deşifre edilmezse, uzun vadede iş Sünniliğin sorgulanmasına dönüşebilir. Gülencilik’in dini süreli yayınlarında ya da Zaman gazetesinde yer alan dini içerikli yazıları bir hatırlayalım. Bu yazılar, Sünni bazlı, hatta bazılarımıza “fazla orta yolcu” gelecek kadar itidalli yazılardı. Bu yazılarda atıfta bulunulan dini şahsiyetler yine Müslümanların ortak büyüklerinden başkası değildi. Bu yazılar içinde, bir tane Şii, bir tane “müfrit” sufi, bir tane Batıni şahsiyetten sitayişle bahsedildiğine şahit olmuş değiliz. Kamuoyu bu yazılarda teolojik olarak ve hatta fıkhi olarak -ki fıkhi fetvalar veren köşe sahibi hocaları vardı bu gazetelerin- yadırgadığı yazılarla da karşılaşmış değildir. Yazılanlar, kitapta yeri olan, pekala Hanefilik içinde mütalaa edilebilecek, Maturidi çözümlemeyle çelişmeyen yazılardı.
Ama gelinen noktada bakılınca, kullanılan bütün bu Sünni malzemeye karşın, Gülencilik’in Sünniliği ve gelenekselliği şüphelidir. Niçin?
Öncelikle, kitabi olarak Sünni ve orta yolcu görünen Gülencilik, pratikte Sünni malzemeyi manipüle ettiği için. Bu manipülasyonun analiz edilmesi gerekiyor. Bu manipülasyonun izlerini savaş hukuku, darul İslam/darul Harb tartışmalarında aramak lazım. Bu manipülasyonun ayaklarından biri, fiili savaş durumuna uygun bazı fetvaların alelumum hale getirilmesi, müntesiplerinin zihninde fiili bir savaşın içinde olduğumuza dair bir kanaatin sıcak tutulmasıdır. Bu kabul sağlandıktan sonra, “devlete sızmak”, her anlamda “süikast yapmak”, “ayak kaydırmak”, “casusluk yapmak”, “takiyye”, “yalan söylemek”, “hile yapmak” gibi fiili savaş fıkhının çerçevesinde mütalaa edilebilecek girişimler caiz olmaktadır. Bu manipülasyonun en tehlikeli ayaklarından biri, bu savaşın sadece küffara karşı değil, “adanmış ruhlar” ve “fedailer” olarak, yapı dışındaki herkese karşı veriliyor olduğuna dair bir kabulü de yerleştirmektir.
Durumu açıklayabileceğini düşündüğüm bir metaforum var: Gülencilik’in bünyesini oluşturan dokular ve hücreler, tek tek Sünni sayılabilir. Her bir doku, bünyeden bağımsız olarak tahlil edildiğinde Sünni, geleneksel, tanıdık bulunacaktır. Ama Gülencilik adeta, tek tek Sünni olan dokulardan gayri Sünni bir bünye yapmıştır. Daha kestirmeden söyleyeyim: Sağlıklı dokular ve hücreler kullanılarak bir Frankeştayn imal edilmiştir.
Buna uygun bir örneğim de var: Gülenist birinden şöyle bir örnek işitmiştim: “Hz. Yusuf, kardeşleri kendisini ziyarete geldiklerinde, Bünyamin’i yanında alıkoymak için onun çuvalına bir tas yerleştirmişti. Hayırlı bir sonuca ulaşmak için, muvakkaten bir hileye baş vurmuştu. Bu, bugün bizim için de geçerlidir.” Yani, “hayırlı” olduğuna “onların karar verdiği” bir sonuç için, bazı hilelere, bazılarının dinlenmesine, bazı alıkoymalara ve engellemelere baş vurulabilir. İşte, Peygamberler tarihinden örneği de var.
Tek başına makul bir misal, bağlamından, bir peygambere özgü şartlarından ve dahası aktüel fıkhi nosyondan kopartılarak öne çıkartıldığında, kim bilir hangi süistimallerin, hangi telefon dinlemelerinin, hangi itibar süikastlerinin gerekçesi olabilmektedir.
Sünni verinin manipüle edilmesiyle ilgili şunu da eklemek gerekir: Bireysel ibadet alanına ait ve mesela abdeste, namaza dair ilmihalde son derece muhafazakar olabilen ama kamusal fıkhi meselelerde alabildiğine liberal bir fıkıh ve yorum alışkanlığına sahip olan kimselerle karşı karşıyayız. Namaz adabı konusunda kılı kırk yaran, buna mukabil kamu ve kul hakkı hususunda, muhayyel bir savaş fıkhı çerçevesine sadakatin temin ettiği bir geniş mezhepliliğin hüküm sürmesinden bahsediyoruz.
Fıkıh tarihimizde, savaş fıkhı kapsamında başvurulan fıkhi çözümlemelere, sıcak savaş durumu esas alınarak ulaşılmıştı. Mesela “Harp hiledir” hadisi şerifi, sıcak savaş şartları dikkate alınarak uygulanabilir. Gülencilik’teki gibi, daha harbin tanımından başlayarak tevil eden ve harp tanımını neredeyse sonsuzcasına genişleten bir savaş fıkhı tahayyül ederseniz, aslında sizi adım başı bağlayacak olan geleneksel fıkıh çerçevesinden çıkmanız gerekir. Zaten olan da budur.
Savaşı ve düşmanı yeniden tanımlayınca, savaş fıkhını da canınızın istediği gibi yazabilirsiniz. Işid’i mi hatırlattı? Haklısınız.