Doğrusunu isterseniz hemen her gün karşılaştığımız sözüm ona beton karşıtlarının betona olan husumetlerini hiçbir zaman anlayabilmiş değilim. Peki, ama neden? İzah etmek isterim. Şöyle ki;
Bir küçük arsası olanın buradan nasıl daha fazla satılabilir alan üretebilirim ya da ürettirebilirim diye düşündüğü bir dönemde yaşıyoruz hepimiz. Geleneğe en fazla vurgu yapan belediye başkanlarının bir muhitteki her şeyi tertemiz yapmak adına müracaat ettikleri başat materyalin beton olmasına ve imalat sonrasında kolları sıvanmış beyaz gömlekli pozlarıyla ‘işte bunu ben yaptım ey halkım’ söylevini gururla çekiyor oluşlarına neredeyse hiçbirimiz şaşırmıyoruz. Taşa, ağaca, ahşaba, kerpice methiyeler düzen herkesin eline imkân geçtiğinde kurduğu şantiyesine sıra sıra beton mikserlerini diziyor oluşlarına ne demeli peki?
Koca koca binalar birbiri ardına yenilenirken, daha yükseğe daha da yükseğe varmak adına parsellere tevhit işlemi uygulanırken, sokak arasında bir başına tek katlı şirinliğiyle kalmayı tercih edene ‘geri kafalı’, ‘salak’ muamelesi yapmayanımız var mı aramızda?
Topraktan gittikçe kopuyor oluşumuz bir vakıa. Artık köylere ‘gezen tavuk yumurtası’ hadi daha trajikomik bir tabirle ifade edelim ‘köy yumurtası’ taşıyor dağıtım firmaları. Ekmek kentte pişip dağılıyor artık köylere. Köylü çocukları köylerinden birer avukat, mühendis, doktor, polis, asker, siyasetçi, akademisyen olma hevesi ile kopuyor. Köylerde yaşayan nüfusun yaş ortalaması gittikçe yükseliyor. Kimi köylerde artık son ev, son aile, son kişi konuşulur hale geldi ve bu yönleri ile belgesellere konu oluyorlar. Çok değil, iki nesil evvelinde büyükşehirlere göçmüş insanların çocukları bir meyvenin, bir sebzenin yetişmesine şaşırtıcı düzeyde yabancılaşmış durumdalar. Öyle sanıyorum ki, bir köylü için ‘hayat bilgisi’ öğretisinin kaybolduğunu konuşacağız yakın zamanda.
Zaman zaman Yalova’nın, Karamürsel’in, İznik’in köylerini dolaşıyoruz bir grup arkadaşla. Köy kahvelerinde oturup sohbet ediyoruz. Camilerinde saf tutuyoruz. Köylerde kimi zaman karşılaştığımız satılık tabelalarına baktığımızda sahiplerinin çoğunun o köyde ikamet edenler olmadığını görüyoruz. Köylünün elindeki araziyi toplayan ‘şehirliler’ üzerine birkaç misli fiyat koyarak tabela yerleştirmekle meşguller. Köylünün hayali kente dair olmaya başlayınca oldu hep bunlar. Yoksa, sahip olabileceği en kıymetli şeyi neden satmak istesin ki bir köylü? Dikkatimi çeken bir husus daha var, onu da söylemeden geçemeyeceğim. Köylerdeki yerlerin fiyatları için ölçü, satılacak toprağın bedeli ile en yakın kent merkezinde bir ‘betonarme daire’ sahibi olup olamayacağıyla doğrudan ilgili.
Ben ne demeye çalışıyorum?
Betona karşı oluşumuzun sağlıklı, esaslı bir temeli yok maalesef. Yeşil derken neyi kastediyoruz bilen varsa beri gelsin. Ya da ağaç derken, yıldız derken, dağ derken, dere derken, taş derken neyi söylemeye çalışıyoruz toplumsal olarak?
Bizim Osman abi bir cümle kurdu geçenlerde. Tırnak içine alarak, ‘beton her şeyi örter’ dedi. Hangi Osman olduğunun bir önemi yok, biz ona Adornocu Osman diyoruz, hepsi bu. Beton tam olarak şöyle bir şey; her şeyin üzerini örtüyor. Steril bir dünya öneriyor hepimize. Steril demek temiz demek değil bana göre, ikisi birbirinden çok farklı şeyler, hiçbir şeyin olmadığı bir düzlemden bahsediyorum.
Şöyle bir toprağımız olsun, şöyle bir taştan, ağaçtan ev yapalım, bahçesinde domates olsun, biber olsun, iki kuzu zıplasın, birkaç tavuk bulunsun, tavukların yumurtalarını bulduklarında çığlık atsın çocuklarımız, dalından elma toplayalım, odun yakalım, bahçesinde bir fırını olsun, közde çay pişsin, sabahları ezanla uyanalım… filan işte. Sonrasında vardığımız yer bir beton mezarlık oluyor işte.
Çünkü; beton gerçekten de her şeyin üstünü örtüyor, hayallerimizin de.
“Bir Ömer hiddeti çarpar çehrelere, beton yapılara kul olanlara…” Bu bir Osman Sarı dizesi. Biz sanıyoruz ki, Ömer hiddeti daima başkalarını çarpacak. Hayır. Hepimiz çarpılacağız. Hayallerimize erişmek için evvela var kılmamız gereken usulden yoksun oluşumuz bizi ele verecek üstelik.
Betona karşıymışız, güldürmeyelim birbirimizi Allah aşkına. Yüzyıllık tutarsızlığımızı görelim artık. Netice itibarıyla, bugünün dünyasında kurulu her şantiyede beton döküldüğünde, işçisinden patronuna, o yapıdan istifade edecek insanından, o yapıyı referans hanesine yazacak olanımıza kadar hepimiz sevinç çığlıkları atıyoruz.
Betona karşı olduğunu deklare ederek her beton binaya karşı ideolojik davalar açmakla maruf meslek odalarının aynı zamanda o beton yapılarının projelerini çizip uygulayan kişilerden oluştuğunu biliyorsunuz değil mi?
Başka sorum yok hakim bey, sanık sizindir.