Eylül’e dair ne çok şey söyler gençler. Romantik cümleler, havada uçuşan ifadeler, hüzün üzerine kurulan mısralar, renklerden yola çıkılarak varılan imkânsız kapılar filan… Eylül buna imkân verir doğrusu. Yaz aylarından, yani hemen her şeyin ulu ortalığından sonra biraz içe kapanma olasılığı belirdiğinde ve bir de buna renklerin barındırdığı duygusal atmosfer eklendiğinde tutamıyor gençler kendisini. Tutmasınlar zaten, kimseye aldırmadan söylesinler söyleyeceklerini. Çünkü Eylül içe açılış (içe dönüş değil, içe açılış) imkânı sunar insana. Olur ya hani, bir kelimenin peşine düşerler belki de anlamlı bir yolculuğa yelken açmış olurlar. Boğazımızın biraz yutkunmaya, gözlerimizin az da olsa buğulanmaya, yanaklarımızın hafiften ıslanmaya hakkı olduğunu düşünenlerdenim. Hüzün güzeldir.
Eylül bana bunların dışında başka bir şeyi düşündürür daima. Benim için Eylül bir umudun adıdır. İlginç gelebilir söyleyeceklerim size. Her şeyin bittiğini düşündüğünüz bir anda, kapıların üstünüze kapandığını düşündüğünüz zamanlarda, dışarıyla irtibatın zayıfladığını hissettiğinizde, gecelerden başlayarak gündüzlerin erken saatlerine kadar kendisini hissettiren hafiften üşümeler gelmeye başladığında yeni bir devrin başladığını görmeli aslında insan.
İçe dönmenin, içe kapanmanın, içe bakmanın, içerisini, soğuyan dışarısının etkilerinden korumaya çabalamanın, içe döndüğünde karşılaştığı fukaralığı zenginleştirme arzusunun, kışın en sert haline hazırlanma girişimlerinin her zaman saygın eylemler olduğunu düşünmüşümdür.
İçinden geçmekte olduğumuz zamanlar için söylüyorum; yaz dediğin, yani Haziran’ın son yarısı, Temmuz’un tamamı, Ağustos’un hassaten ilk yarısı dediğin, içeriye dair ne varsa, içeride olan ne varsa dışarıya çağırandır. Piyasadır yaz dediğin, dışarısıdır. Dışarısı caziptir, civcivlidir ortalık, çünkü herkes dışarıdadır. Herkes bağıra çağıra, içinde bir sonbahar ve bir kış boyunca tuttuğunu, bir bahar zor zapt ettiğini dışarıya çıkarır. Uluorta yaşanır her şey, tamamlanmış fotoğraflar gibidir yaşananlar, daha evvel çekilmiş sıradan filmlerin kötü bir tekrarından ibarettir artık hayat, herkes herkesin içindekinin ne olduğunu görmektedir ve herkes kendisini bile isteye ele vermektedir.
Yaz bir yüzleşme mevsimidir; kişinin en az bir diğer kişiyle yüzleştiği bir mevsim. Kendi içine döndüğü zaman biriktirdiklerini yüzleştirme imkânı verilir kendisine. Kendi içinde, koca bir sonbahar ve koca bir kış boyu büyüttüğü, önemsediği, olmazsa olmaz sandığı, büyük anlamlar yüklediği ne varsa onları taşır başkalarının gündemine insan. Şüphesiz bir diğer insan da yapacaktır bunu. Heybede ne varsa dökülecektir yaz meydanlarına.
Bugünün yazlarını çözmek ne zor iş; içinden getirdiği ne varsa, ceket ceplerinde, avuçlarında, çanta diplerinde, sessizce kurulmuş onca cümlenin dipnotlarında taşınagelmiş ne varsa bir çırpıda anlamsızlaşıyor işte. Bir büyük uğultu tarafından emiliyor, çıplak bedenlerce çiğneniyor ve eksiksiz görüntünün hegemonyasında yitip gidiyor.
Öyle yazlardayız ki, bir çırpıda dökülüyor insan, çokça kırılıyor, çokça inciniyor da çocuksu bir ‘bir şey yok’ ya da ‘acımadı ki’ ekliyor kısık sesle söylediklerinin, söyleyebildiklerinin sonrasına. Ve bizzat kendisi bir uğultuya, çıplak bir bedene ve görüntüye dönüşüyor.
Neyse ki, Eylül var.
Hayat böyle bir şey; Allah daima fırsat verir insana. Yeni gelen her şey, yeni gelen her durum, yeni gelen her insan, yeni doğan her gün ve yeni gelen her mevsim bir fırsattır insan için.
Eylül’e tam da buradan bakanlardanım ben.
İnsanın kendisini fark ettiği, kendisini bulduğu ve kendisine döndüğü ilk ayın ve içe dönüşe imkân tanıyan bir mevsimin ilk günlerinin adı Eylül olmalı. Dışa açılmak üzere içe kapanışın sembolü ve anlamlar dünyasına ilk adım.
Eylül güzel şey, hem de çok güzel.