Bayram sabahı, otel gören defterler ve Ketermaya

Said, eşi ve henüz birkaç aylık bebekleriyle birlikte Beyrut’a doğru yola koyuluyoruz. Dağdan aşağıya, muhteşem Akdeniz’e doğru inip sonrasında denizi solumuza alıp Beyrut’a doğru akan yoğun trafiğe karışıyoruz. Tam bir dinginlik hali var üzerimizde. Yükümlülüklerimizin bir kısmını yerine getirmiş olmanın verdiği huzur eşlik ediyor bize.

Gecenin bir yarısında gözlerimi açtığımda dünden kalan bir hikâye düşüyor zihnime;

Tatlı yemek için oturduğumuz mekânda, vitrinin hemen dış tarafında, kaldırımda bir el sallanıyor bize doğru. Zaher’i hedefliyormuş meğer. Zaher görür görmez, ayağa fırlıyor, dışarıya çıkıyor. Kısa bir süre sonra dışarıdaki beyefendiyi yanımıza getiriyor. Kıbrıslı bir ailenin ferdiymiş beyefendi. Bir müddet muhabbet ediyoruz. Ve konu babaannesine geliyor. Başlıyor heyecanla anlatmaya;

Babaanne eski Kıbrıslılardan olunca Rumlar kendisiyle irtibat kurmuşlar ve vatandaşlık teklif etmişler. Teyzemiz, bir daha beni bu konuda rahatsız ederseniz elçilik binanızı taşlamaya gelirim diyerek teklifi reddetmiş. Sonrasında çocuklarını ve torunlarını toplamış etrafına. Size de bir gün böyle bir teklifle geldiklerinde eğer onlara gereken cevabı vermezseniz size hakkımızı helal etmem demiş. Teyze, Türkiye’deki siyaseti yakından takip ediyormuş. Kendisine sorsanız Trablus’un belediye başkanı kimdir diye bilmez ama Türkiye’deki bütün siyasetçileri tanır diyor torunu. O kadar seviyormuş Türkiye’yi.

Türkçe biliyor mu dedim, evet dedi. Peki, siz Türkçe konuşuyor musunuz kendisiyle diye sordum, biz bilmiyoruz Türkçe diye cevapladı torun. Ama teyze şunu yapıyormuş, çocukları, torunları, Türkçesini bildiklerini düşündüğü ifadeler kullandığında elini kulağına götürerek ‘efendim, efendim’ diyormuş. İstiyormuş ki, Türkçesini söylesinler, Türkçesini söylediklerinde ‘ha, tamam’ diye mukabelede bulunuyormuş. Teyzemiz şu sıralar bir hayli yaşlanmış durumdaymış. Alzheimer benzeri bir rahatsızlıkla cedelleşiyormuş. Alzheimer hastalığında hafıza artık yeni bir bilgi kaydetmemeye başlar, bilirsiniz. Sonrasında da hafıza son kaydettiklerinden başlayarak geriye doğru tüm bilgileri silme yolunu seçer. Teyzemiz şu anda Arapçayı tamamen unutmuş, çocukluğundan kalma Türkçeyi kullanabiliyormuş yalnızca.

Biraz gülümseme biraz hüzün, bizim hikâyelerimiz hep böyle değil midir?

Gece ilerliyor, sabah namazı vakti giriyor. Namaz sonrası bayram namazına kadar geçen süre bir sessizlik zamanıdır böylesi otel odalarında. Susar ve bolca düşünürsünüz.

Bayram sabahlarını bilirsiniz. Bayrama özel hazırlanan giysiler giyilir, aynada bir miktar daha özenle bakılır saça başa, kılık kıyafete, bayram namazı beklenir sonra ve evin erkekleri yola dökülürler. Bu defa bir otel odasındayız. Bu daracık odada da olsa aynı heyecanları bir kez daha yaşamayı nasip ediyor Allah. Dışarıdan Kur’an-ı Kerîm sesleri geliyor sabah namazından bu yana. Tekbirler yükseliyor göğe.

Bir otel odasındaysanız ve eğer kutlu bir eylemi beklemeye koyulmuşsanız akla Nuri Pakdil’in ve ‘Otel Gören Defterler’in gelmeme olasılığı yoktur hani. ‘Gömleğimi giydim, odayı düzelttim, çantamı aldım. Saat Kudüs oldu.’ der ya hani Usta, işte öyle bir an gelir çatar çoklukla. Biz de tam da böyle yapıp Fatih’le birlikte sokağa bırakıyoruz kendimizi.

Kaldığımız otelin hemen yakınında bir cami var. Çoluk çocuk, genç ihtiyar sokaklardan caddelerden camilere yönelmiş küçük gruplar halinde yürüyen, koşturan tatlı bir telaşe içindeki insanlar arasına biz de katılıyoruz.

Tekbirler eşliğinde kılınan namaz sonrasında bizi almaya gelen Muhammed Saad Said ile birlikte Sadakataşı Derneği adına ilk gün keseceğimiz kurbanlar için Ketermaya’ya doğru yola çıkıyoruz.

Ketermaya’da WAİ Derneği ile birlikte gerçekleştireceğiz kesimleri. Akabinde dağıtım işlemlerine geçeceğiz. Dernek başkanı İmad Said ile tanışıyoruz. Bulunduğumuz yer bir okulu, yıl içerisindeki tüm yardımların koordine edildiği bir merkezi, dernek yönetim binasını, kesimhaneyi, soğuk hava deposunu, genişçe bir bahçeyi barındıran bir tesis.

Kızılay da bu sene Lübnan’da yapacağı kurban kesimlerini ve dağıtım organizasyonunu burada gerçekleştiriyor. Türkiye’den gelen Kızılay görevlileri ile tanışıyoruz.

Her şey oldukça güzel işleyen bir sistem dâhilinde yürüyor. Hayvanların kesim alanına alınışından kesim işlemine, kesim sonrası parçalanma süreçlerinden dağıtım için hazırlıkların yapılmasına kadar hemen her şey tam da istediğimiz gibi yürüyor.

Burada geçirdiğimiz bir tam günün ardından Türkiye’den kurban bağışında bulunmuş bağışçıların isimlerini tek tek okuyarak tekbirler eşliğinde kesilmiş kurbanlıkların dağıtımlarının bir kısmını yine aynı bölgede gerçekleştiriyoruz. Akabinde ekseriyetle Suriyeli mültecilerin bulunduğu bir mahallede daha dağıtım işlemlerini sürdürüyoruz. Ve sonrasında dağlık bölgedeki tarım alanlarında bağ ve bahçelerdeki kırık dökük evlerde yaşamlarını sürdürmeye çalışan Suriyeli muhacirlerin evlerini tek tek dolaşarak emanetlerimizi yerlerine ulaştırıyoruz.

Bizimle birlikte Beyrut’tan Ketermaya’ya gelen Said ile birlikte döneceğiz Beyrut’a. Ama Said bizi evine davet ediyor öncelikle. Said’in evi Ketermaya’nın tam merkezinde. Balkonda oturuyoruz. Kahve hazırlıyorlar hemen. Eşiyle birlikte gerçekleştirdikleri İstanbul seyahatlerine dair fotoğrafları gösteriyor heyecanla. Lübnan’dan konuşuyoruz, Türkiye’yi anlatıyoruz.

Bu kadarcık bir dinlenme bile gün boyu ayakta kalmış olan bizim için çok iyi geliyor doğrusu. Evden çıkıp aile apartmanının merdivenlerinden aşağıya inerken alt kattan gelen nefis bir koku üzerine ‘bir dakika’ diyor Said. Kokunun geldiği kapıyı çalıyor Said’in eşi. İçeriye girip çıkıyor. Elinde bir tabak var. Kıyma, tahminen soğan, kesin olarak semizotu ve bir miktar baharattan oluşan harçla yapılmış ve yağda kızartılmış bir çeşit börek var tabakta.

Said, eşi ve henüz birkaç aylık bebekleriyle birlikte Beyrut’a doğru yola koyuluyoruz. Dağdan aşağıya, muhteşem Akdeniz’e doğru inip sonrasında denizi solumuza alıp Beyrut’a doğru akan yoğun trafiğe karışıyoruz. Tam bir dinginlik hali var üzerimizde. Yükümlülüklerimizin bir kısmını yerine getirmiş olmanın verdiği huzur eşlik ediyor bize.

Beyrut’ta hava çoktan kararmış, gün yerini geceye bırakmış durumda. Kısa bir gece yürüyüşüne çıkıyoruz. Birazdan yemek yiyeceğiz. Ertesi gün yoğun bir gün bizi bekliyor olacak.

-devam edecek-