Siyasi tarihimizde, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük akımlarının, Batılıların “Hasta Adam” olarak niteledikleri Osmanlı’nın, iyileşemeyeceğine dair içerideki kanaatlerin pekişmesiyle vücut buldukları malumdur.
Dolayısıyla bu akımların, iyileşmesi mümkün görülmeyen Devlet Baba’nın, mirasına doğru sahip çıkılması, babasız (sultansız) da olsa devletin geleceğe taşınması yönünde ortak bir düşünceye sahip oldukları var sayılır.
Nitekim yeni Türkiye’nin kurucu meclisi olarak da kabul edilen 1. Meclis’te (23 Nisan 1920-15 Nisan 1923) yer alan Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Mehmet Akif (Ersoy), Hüseyin Avni (Ulaş), Celal Nuri (İleri), Adnan (Adıvar), Ali Fethi (Okyar), Mahmut Esat (Bozkurt), Hasan Basri (Çantay), Mehmet Rifat (Börekçi), Rıza Nur, Tunalı Hilmi vd. isimler üzerinden bakıldığında, söz konusu akımlar nezdinde devletin devamlılığı düşüncesinin ortak bir anlayış olarak somutlaştığı da görülebilmektedir.
Yeni devletin ilk genel seçiminde ise (28 Haziran 1923), merkezden atama usulüyle Müdafaa-i Hukuk Grubu adaylarının tümü milletvekili seçilirken, İslamcılar tamamen tasfiye edilmiş, asıl Batıcılık akımının mensuplarıyla, ileriki bir tarihte tasfiye edilecek olan Türkçülük akımından kimi isimler yeni meclisin sahibi olmuştur.
Bu nedenlerle, 2. meclis, diğer bir ifadeyle atama usulüyle gerçekleştirilen ilk genel seçimler, bugünkü yaşadığımız sorunların da temelini oluşturmuştur.
İslamcıların tamamen, Türkçülerin kısmen tasfiyesinden sonra, yönetimi tek başına ellerine geçiren Batıcılar’ın 1923’ten 2001’e kadar 78 yıl boyunca ekonomiden ahlaka, bilimden teknolojiye tüm alanlarda onarılması her geçen gün daha da zorlaşan bir tahribata neden olmaları, devletin varlığını da tehdit eder hale gelmeleri sebebiyle, bizzat sistemin kendisi tarafından yeni bir yönetici kadro arayışı başlatılmıştır.
Bu arayış, İslamcıların da 78 yıl sonra tekrar siyasi denkleme dahil edilmeleri şeklinde okunabilecek olan AK Parti iktidarına ulanmıştır.
Bizim ulaştığımız bu sonuç, aynı zamanda söz konusu 78 yıllık resmi ve gayri resmi tarihin okunmasıyla kolayca kabul edilebilecek bir sonuç olduğundan, detaylandırmamızı gerektirmemektedir. Ama bu sonuç, şu soruyu zorunlu kılmaktadır:
Batıcıların hali hazırdaki durumu, niyet ve istikametleri ne yöndedir?
Öncelikle, Batıcılar devletin devamlılığı konusunda kaygı sahibi olduklarına dair eski ya da yeni bir tezi dillendirecek durumda değiller artık.
Çünkü “tepeden inme” bir şekilde yönetimde etkili oldukları 78 yıl boyunca halka zulümden, acıdan, yokluktan, kuyruktan başka bir şey vermedikleri gibi, mutemel bir istikrarı da asla vaad edememişlerdir.
İkincisi, tarihi köklerinden kopartılmış bir ülke ihdas etmeye çalışarak, müstakil bir kurtuluş miti üzerinden, idealsiz bir toplum yaratmaya uğraşmışlardır.
Oysa ki, bugün Balkanlar’da ve Orta Doğu’da yüz yüze geldiğimiz problemler, hala Osmanlı mirasının paylaşılma problemine dahil olduğumuzu açık bir şekilde göstermekte ve Osmanlı’yı inkar ederek tarafsız kalınamayacağı, mevcut sorunların dışında durulmayacağı aşikar görünmektedir.
Bu noktada, yönetimi kaybeden ve onu tekrar elde etmeleri (Batı’nın kendi çıkarlarına göre şartlarını, işleyişini belirlediği şu demokraside bile) mümkün bulunmayan Batıcıların niyet ve istikametleri ise, (devletin bekası için) Batılılaşma tezinden tümüyle saparak, bugün doğrudan Batılılarla birlikte olma, Anadolu üzerindeki karanlık emelleri hiç bitmemiş olan Batılı devletlere içeride maşalık etme düşüncesine evrilmiştir.
Nitekim “aydın karartması” olarak niteleyebileceğimiz eylemlerin Batı’dan destek görmesi, Batılı devletler için casusluk yapanların, demokrasi ve özgürlük adına korunmaları ve kollanmaları, dahası malum medyanın ve kendilerini aydın olarak tanımlayanların Batı’dan yardım dilenmeleri de söz konusu sonucun belgeleri hükmündedir.
İlginç olan aydın karartması içinde yer alanların, aydınlıkla bir ilgilerinin olmayışı, bu sanı geçmişten bugüne hayvan hakları savunuculuğu, üçüncü cins korumacılığı, Avrupa sanatı taklitçiliği üzerinden kazanmış olmalarıdır.
Diğer bir söyleyişle, aydın denildiğinde bir Sabahattin Eyüboğlu’ndan, Azra Erhat’tan, Nermi Uygur’dan, Mina Urgan’dan… değil, Leman Sam’dan, Tayfun Talipoğlu’ndan, Aysun Kayacı’dan, Can Dündar’dan, Serra Yılmaz ve şürekasından söz ediliyor oluşudur.
Bugün Batıcıların aydın diye niteleyip, piyasaya sürdükleri ve Batı’dan yardım dilenmeye teşvik ettikleri tipler kafa yıpratıp, diz çürüterek aydınlığı hak etmiş olanlar değil, eyyamcılıklarıyla, yaşam tarzları ve gündelik seçimleriyle Batı tipi ilgileri benimsemiş olanlardır.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun aydın karartmasının her şekline sahip çıkması, demokrasi eksikliğinden dem vurarak müstemlekecilerin fiillerine taraf olması da konunun siyaseten hangi boyutlara ulaştığını göstermektedir.
Öte yandan, en son, CHP İstanbul Milletvekili Gülay Yedekci’nin “Kanal İstanbul’un yapılmasına asla izin vermeyeceğiz” şeklindeki ifadesinde karşılık bulduğu şekliyle, CHP zihniyetinin Türkiye’ye tek bir sağlam çivi çaktırmama, uzun ömürlü temel yatırımlara, halkın yararına olan sosyal ve ekonomik düzenlemelere şiddetle karşı çıkma gayretleri de yine konunun hangi fiili boyutlara eriştiğini belgelemektedir.
Bu durumda, “yeniden İstiklal” düşüncesi ve eylemi büyük bir gerçeklik ve haklılık arz etmektedir.
Batıcıların, yeni müstemlekeciler ve mandacılar olarak kendilerini konumlandırdıkları şu günde, Türkiye’ye ve milletine düşmanlıkları sabit olan Batı devletleriyle aynı reddiyenin içine dahil edilmeleri, zararlarının aynı ciddiyet ve gayretle bertaraf edilmesi elzem görünmektedir.
“Aç köpek fırın yıkar” atasözünün hükmüyle, Batıcılar kendi menfaatlerinin izinden her türlü olumsuzluğa yürüyecek durumdalar ve aydın karartması üzerinden bunu her fırsatta beyan ediyorlar.
O halde bunlara karşı tedbirler de bu yönde tahakkuk etmeli, Batıcıların ve yine bunların son 78 yılda ürettikleri aydın tipinin, devletin geleceği adına Batıcılığı benimsemiş olma düşüncelerinin çok çok gerilerde kaldığı bilinmelidir.