Başkanlık sistemiyle ilgili olarak, muhaliflerin ürettiği tek itiraz, gelecekte despot bir başkanın seçilme ihtimalinden ibarettir.
Üstelik muhaliflerin, bu ihtimali dile getirirken, mevcut cumhurbaşkanının ilk başkan olmasını olumlamaları ise ayrıca üzerinde durulması gereken yaman bir çelişkidir ki, bu manada siyaset kürsülerinde, tv ekranlarında söylenen özetle şudur: “Erdoğan’dan despotik bir tutum beklenemez ama ya sonrakilerden; işte bunun garantisi yoktur.”
Son on beş yıldır, siyasi, askeri, hukuki ve idari vesayetlerin sona erdirilmesi için AK Parti iktidarının yaptığı hemen her düzenlemeden sonra soluğu Anayasa Mahkemesi’nde alıp, siyasi tansiyonu yükselterek devletin elini kolunu bağlamaya çalışan CHP’nin, ülkenin geleceğini doğru şekillendirmeye yönelik bir anayasa değişikliğini yasal görüşme, tartışma sürecinin başlangıcında önce bir iç savaş sebebi olarak göreceğini söyleyip, ardından meclisin kararına karşı saygılı olacağını söyleyerek, paşa paşa sinesine çektikten sonra, kendisine rağmen onca zorluklarla oluşturulan mevcut durumu sanki kendi eseriymiş gibi bayraklaştırması izahtan varestedir.
Öte yandan, CHP’nin geleceğe mahsus (yani henüz gerçeklikten yana bir koku almamış bulunan) kötü senaryolar yazması ise, kendi mislinden verilebilecek örneklere göre yanlış mantık yürütmeden başka bir şey değildir.
Buna göre, başkanlık sistemine geçilmese ve muhaliflerin, “başkanlığı gerektirecek ne vardı ki” vurgularından hareketle mevcut durum muhafaza edilse bile şunların vuku bulması mümkündür:
Halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanından artık Çankaya noteri olması beklenemeyeceğine göre, onun hükumetleri yönetme ve yönlendirmesi, kendi kurumsallığını ve yasal haklarını temsili (hatta koruması) adına zorunlu hale gelecektir.
Bir cumhurbaşkanının onursal başkanı olduğu partinin ila nihaye iktidar olmayacağını, başka partilerin de (mevcut duruma bakarak) en azından koalisyon yoluyla hükumeti kurabileceklerini düşünürsek, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmiş olmasına ve yeni hükumetin onu kendi iktidarına ortak etmeme inadına binaen ortaya çıkacak bir restleşmede doğacak krizin boyutlarını ve sorunların ağırlığını tahmin etmek hiç de zor olmayacaktır.
Cumhurbaşkanı öncelikle, hükumetin meclisten geçirerek gönderdiği tüm yasaları iade edecek, tekrar meclisten geçmesi halinde onaylayacak ama iptali için yüksek mahkemeye başvuracaktır. İktidarın buna karşı işletebileceği tek mekanizma kanun hükmünde kararname yayınlama yetkisi olacaktır ki, bu durumda da ülke iktidarın keyfi uygulamalarına maruz kalacak, daha açık bir ifadeyle bir iktidar faşizmi baş gösterecektir.
Bu durumda yargı cumhurbaşkanı ile hükumet arasında kalıp, ülke çıkarlarını hukukun önüne alarak karar verdiği takdirde sorun da yeni bir taraf daha kazanmış olacaktır.
Alın size nur topu gibi bir kuvvetler ayrılığı keşmekeşi…
CHP’nin üretmeye çalıştığı kötü senaryoyu bizimde bu yönüyle daha fazla dallandırıp budaklandırmamız elbette mümkündür ama durumun anlaşılması bakımından verdiğimiz örnek de yeterlidir.
Dolayısıyla, başkanlık sisteminde gelecekte olabileceği öngörülen olumsuzluklar aynıyla mevcut durum için de geçerlidir. Diğer bir söyleyişle, CHP’nin insana güvensizlikten kaynaklanan kötülük üretimi, mevcut ve olası tüm sistemleri içine alabilecek devasa bir paranoyaya gebedir.
İlginç olan bu paranoyayı üretmekten medet umanların, insan icadı yönetim sistemlerinin (ki bunun en gelişmiş şeklinin demokrasi olduğuna inanılmaktadır) hatadan beri olmadığının, (hadi daha yumuşatarak söyleyelim) kötüye kullanılabilir olası boşluklardan kurtarılamadığının ispatlandığı bir dönemde ona başvurmalarıdır.
Dönemim mevcut fotoğrafı şudur: Zamana ve şartlara bağlı olarak değişen aşırı güvenlikçi saplantılar şimdi dünyanın neredeyse tamamını etkisi altına almıştır.
Örneğin, teröre muhatap olmanın da etkisiyle gün geçtikçe artan o saplantılar, güya demokrasinin beşiği olan Fransa’ya OHAL uygulaması kapsamında insan hakları beyannamesini askıya aldırmış; özgürlüğün, huzurun, istikrarın, refahın güya en modern temsilcisi olan ABD’yi kendi sınırları dışındaki toplumların özgürlüğüne tecavüz etmeye yöneltmiş; çoğu demokrasiye ısınma alıştırmaları yapan AB ülkelerine, mültecilerden korunmak için özel sınır orduları kurdurmuştur.
Bu değişimi doğru izleyebilmek, gerekli kararları zamanında vermek ve uygulamak ise her devlet gibi Türkiye’nin de baş meselesidir.
CHP’nin bidayetinden beri sırtını yasladığı ve değişememesi için ölümüne bir mücadele verdiği politik – bürokratik vesayetin hantallaştırdığı karar mekanizmalarıyla, yeni zamanın aşırı güvenlikçi siyasetine ayak uydurabilmek, bu yönde dışarıdan gelebilecek olası sorunlarla baş edebilmek neredeyse imkansızdır. Dolayısıyla, geleceğe mahsus korkular üretilecekse asıl bu hususun merkeze alınması çok daha mantıklı ve tutarlı olacaktır.
Yeni Türkiye’nin hak ettiği anayasal değişikliklerin, tek kişinin arzusuna indirgenmesi bu manada imkansız hale geldiğindendir ki, CHP yeni bir savaş tutumu olarak korku senaryolarına başvurmaktadır.
Öte yandan CHP’ye, “daha fazla çalışın, halkı ikna edin ve gelecekte başkanı siz seçin, böylece potansiyel olumsuzlukları kendiniz bertaraf edin” demenin de pratik bir karşılığı yoktur. Çünkü bu teklifi mümkün bir imkansızlıktır.
Hal böyle olunca, CHP kendi silahıyla vurulmuş olmakta, yani başkanlık sistemine geçişi kendi zihniyetinden birilerinin başkan seçilmesinin imkansızlığına indirgeyerek olumsuzlamış olmaktadır.
Gelinen bu noktada ise CHP yöneticilerini basirete, mantıklı davranmaya, vatanseverliğe davet etmekten başka yapacak hiçbir şey yoktur.