Seneler önce, üniversitenin bir faaliyeti vesilesiyle Gaziantep’teydik. Program içinde bir fırsat bulup Halep’e geçmek için bir planımız vardı: Bir taksi kiralamak. Evet, planın bundan ibaret olabildiği yıllardı.
Görmeyenlerimiz için söyleyelim: Antep’ten Halep’e doğru açılan coğrafya, herhangi bir bariz iklim, insan, flora ve mutfak değişikliğine uğramadan kendiliğinden yayılmaktaydı. Antep’te başlayan Halep’te bitmekte, Halep’te uç veren ne idiyse Antep’e ulaşmaktaydı. Şu kadarını hissettiğimi biliyorum: Antep’in Halep’le arasındaki yakınlık ve benzerlik, Antep’le aynı ülke sınırları içinde olmasına rağmen Konya’yla ya da Sinop’la olan yakınlıktan fazlaydı.
O gün, Halep denince akla ilk gelen, muhteşem Halep Kalesi, Emevi Camii, Seyyid Nesimi türbesi, Kapalıçarşı, Hüsrev Paşa Camii gibi yerleri hızla gezdik. El işi tespih baktık, biraz antikacılara takıldık. Halep’le ilgili aklımda kalan birçok kare, bende iz bırakan epey enstantane oldu.
Ama bu karelerden, bu görüntülerden ziyade bende bir duygu yer etti. Halep, bir şehirdi, Halepli de şehirli bir tip. Bunu biraz açmalıyım.
Hz. Ömer (ra) insanın daha iyi tanınabileceği vasatlardan birinin alışveriş olduğunu söyler ya, bence bu, bir şehir için de geçerlidir. Halep çarşısı, özellikle de kapalı çarşısı, şehir görgüsünü üzerinde doğallıkla taşıyan bir esnaf tipinin mekanıydı. Esnaf, bıktırmadan ısrar ediyor, kibarca pazarlığı uzatıyordu. Müşteriyle satıcı arasındaki, pazarlık esnasında ortaya çıkan strateji oyununu yönetmede benzersiz bir ustalık sahibiydi. Kendinizi soluk aldırmayan bir baskı altında hissetmeden, bir alış veriş oyunu içinde buluyordunuz. Şayet alış veriş gerçekleşmemişse, satıcı çirkinleşmiyordu. Tezgâhın iki tarafında, kadim bir esnaflık ilkeleri manzumesinin cari olduğunu derinden seziyordunuz.
Yine dikkatimi son derece çeken şeylerden biri, bizde de köklü esnafın dükkânında tesadüf ettiğimiz “baba-dede resimleri”ydi. Halep kapalı çarşısının birçok dükkânında, kapının tam karşısındaki duvarda, poz vermenin acemisi olduğu belli olan (bu yüzden de hemen daima biraz somurtuk duran) dede ve babaların dikkat çekici ebatlardaki portreleri asılıydı. Hem hâlihazırda tezgâhta duran oğulun tevazuuna ve minnetine işaret eden, hem de güçlü bir gelenek vurgusu taşıyan bu portrelerden, başka bir şehirde bu denli çok sayıda görmedim.
Asalet sahibi, ölçülü, bin yılda biçimlenmiş kültürel iklimin insanlarıydılar. Onları evlerinde hayal edebiliyordum: Akşam eve girdiklerinde kapıda karşılanıyorlar, varlıkları evde hissedilir bir merkez oluşturuyor, şefkatli ama buyurgan babalara dönüşüyorlardı. Ağırbaşlı müminler, mütevekkil tacirler, ahlaklı komşulardı onlar.
İkindi ezanı okununca, bin yılın alışkanlığıyla Emevi Camii’ne yekiniyorlar, namaz sonrası birbirlerine takılarak, evin siparişlerinden bir ikisini hallederek işlerine dönüyorlardı. Dışarıda dikkat çekecek kadar az kadın gördüğümü hatırlıyorum. Halep, geleneksel bir İslam şehrinin nabız ritimleriyle deviniyordu.
Bu son derece kibar, bütünüyle munis, her türlü cerbezeden uzak esnaf tipi senelerce zihnimi kurcaladı. Bir şehrin bu tipi yaratabilmesi için gerekenler bir çarşıdan fazlasıydı. Güçlü bir ahlak duygusu, o ahlakı nesiller boyunca sulandırmadan, taşırmadan ve kabalaştırmadan aktarabilme kabiliyeti de gerekiyordu. Evde güçlü ve mümin kadınlar, camide sıkı bir cemaat, işleyen tekkeler, hadis halkalarında yetişen gençler de olmalıydı. Mahalle büyükleri, saygın âlimler, hürmete layık şeyhler de bulunmalıydı (Rahmetli babamın yine rahmetli olan şeyhi de oradaydı mesela). Sonra daha yakından tanıdıkça daha iyi anladım ki, Halep sahip olduğu bütün bu malzemeyi asırların havanında döverek bu esnaf tipini dökmüştü. Bu terkip, İslam şehrinin terkibiydi.
Halep harap. Hatırı sayılır İslam şehrini belli bir dikkatle gezmiş biri olarak bu cümleyi kurarken, İslam’ın bir uzvunu koparmışlar gibi acı duyuyorum. Kitaplarda yazanlar değil, kürsülerden anlatılanlar değil, sınıflardaki söylevler değil, bu bin senelik terkip İslam’ın ta kendisiydi. Halep’te insanlara kıyıldı; sabiler, analar, dedeler biçildi. Pek hürmete layık canlar alındı. Ama onlar birilerinin yavrusu, bacısı, anacağızıyken, İslam’ın da benzersiz bir terkibiydiler. Barbarlar bu terkibin şişesini taşa çaldılar.