Çocukluğumun en büyük zevklerinden biriydi babamın işyerine gitmek. Evden çıkıştan eve dönene kadar geçen her dakikanın lezzetini şu an hala yaşıyor olduğumu söylesem inanın hiç abartmış olmam.
Atikali’den minibüslere binip Fevzipaşa Caddesi boyunca Yavuz Selim’i, Fatih’i, İtfaiye’yi, Belediye’yi, Şehzadebaşı’nı geçerek Veznecilere varana dek gözlemlediklerimden tutun, minibüsten indikten sonra Beyazıt Meydanı’nı, Kapalıçarşı’dan Nuruosmaniye Camii çıkışını kullanarak Cağaloğlu’na varana dek tanığı olduğum hareketliliğe, Çemberlitaş’ta on yıllardır geceden mangal ateşinin üzerinde kaynattığı çorbayı ya da haşlanmış yumurtayı iki çeyrek ekmekle çinko kap kacakta müşterilerine ikram eden iki yaşlı esnafın sigara kutularından oluşan bir müzeye çevirdiği duvarlara, Derviş Bakkalın ekmek arası kaşar ya da dil satışına, zabıta ya da polis gördüğünde kaçışan tombalacılara, han önlerinde işini bekleyen hamallara, matbaacıların kurşun dizgilerine kadar her şey büyüyüp kocaman bir masalın köşe taşları halinde yaşıyor bende.
Türbedar sokaktaki Aydınlar Han’a vardığımızda evvela çay ocağının sakinleri karşılardı bizi. Yaz aylarındaysak ya limonata ya da ayran, kış aylarındaysak oralet söyler, büyük bir keyifle evvela bunları yudumlardım. Biraz hesap makinası ile oyalanır, biraz babamın daktilosuna saman kağıtlarını yerleştirerek deneme yazılar ya da birilerine mektuplar yazmaya çabalardım. Babamın misafirleri ile yaptığı koyu sohbetlerin tam göbeğinde sanki benim geleceğim vardı. Müslümanlar, memleket, Ortadoğu, uzak coğrafyalar, yeni çıkan kitaplar, son yayımlanan dergilerde kanaatlerini kaleme almış olan yazarların düşünceleri sohbetlerin ana konusunu oluştururdu. O küçücük yazıhanede tanıdığım çok kıymetli yüzlerce insan bugün hala kazanç hanemin en başında durur. Bana babamdan kalan en büyük miras olarak bu isimleri sayarım daima.
Sonrasında yapılacak işlere odaklanırdım kendi çapımda. Haftalık ödemeleri toplamak için Beyaz Saray Kitapçılarına, çıkan yeni kitaplarından babamın verdiği siparişleri almak için yayınevlerine, civarda büroları bulunan yazar çizerlere giderdim küçük ama hızlı adımlarla.
Babama cezaevlerinden, Anadolu’daki kitapçılardan, okullardan, kütüphane müdürlüklerinden, yurtdışından gelen mektupları açar, iyi niyet dilekleri, selam edip hâl hatır sormalardan müteşekkil olanları okuyup haberdar olabilmesi için babamın masasına özenle yerleştirirdim.
Mektupların önemli bir kısmı kitap siparişleri üzerine olurdu. Kitap siparişi verenlerin bir kısmı ücreti karşılığında açık hesap kitap isterken neredeyse yarıya yakın kısmı ise maddi durumu el vermediği için kitap bağışı talebinde bulunurlardı. 1980 darbesi sonrasında içeriye düşmüş ve ömür boyu hapse mahkûm olmuş olanlarla idamla yargılananların kitap talepleri hayli ilgimi çekerdi doğrusu. Niye okurlardı ki? Evet ama niye?
Ücreti mukabil kitap siparişi verenlerin paketlerini bir çırpıda hazırlar, irsaliye ve faturalarını tanzim eder bir kenara istiflerdim. Diğerlerine gelince, onların daha özel bir yeri vardı babam nazarında. İstedikleri kitapların bizim yayınevimizden çıkmış olanlarını hemen depodan çıkartır, yayınevimiz dışından çıkmış olanlarını, Yerabatan Caddesi’ndeki Birleşik Dağıtım’dan, Beyaz Saray Kitapçılar Çarşısından ya da Üretmen Han’daki Mehmet Varış abinin Kitabevi’nden temin ederdim.
Babamın yazıhanesine gelenlerden bir kısmının babama bıraktığı paralar olurdu. Bu paralar bu tarz taleplerin karşılanmasında kullanılırdı. Babam bu hesabı özenle tutar, hak geçmemesi için büyük bir çaba sarf eder, paranın yetmediği durumlarda kalanını kendi cebinden karşılardı. Vakit ikindiden sonraya erdiğinde, paketleri yüklenir yola düşerdim. Paket ipleri ellerimi kesse dahi büyük bir vazifeyi yerine getiriyor olmanın verdiği gururla acımı öteler, dişlerimi sıkar, kan ter içerisinde Sultanahmet Adliyesi’nin bodrum katındaki PTT şubesine giderek emanetleri teslim eder geri dönerdim.
Geri döndüğümde, iş başarmış olmanın verdiği hazla, babamın hemen yanı başındaki masaya oturur, biraz yorgunluk atar, masadaki kitapları karıştırır ve yan masadaki babamı izlerdim. Sürekli okurdu. Ramazan aylarında Kur’an, sair günlerde, kitap ya da dergi okurdu babam. Zaman zaman not alır, zaman zaman da okuduğu bir şeye dair bir arkadaşına haber vermek için telefona sarılır uzun uzadıya mütalaalarını anlatırdı. Kimi zaman da kendisine yayınlanması için gönderilmiş kitaplar üzerinde çalışırdı sessiz sessiz. Raflarda boşalan yer varsa depodan boşalan kitapların yerlerine yenilerini çıkarıp koymak da vazifelerim arasındaydı.
Zor işti yayıncılık. Evi anca geçindirecek bir kazanç sağlamaya yetiyordu bu iş. Çoğu zaman açık veriyor oluşu ve yaptığı hesabın sonunda ‘Allah kerimdir’ deyişi hiç aklımdan çıkmıyor. Matbaacının parası, kağıtçının borcu, dizgiciye ödenmesi gereken meblağ, hamalın ödemesi, kiranın zamanında verilmesini nasıl da hallediyordu şaşıyordum doğrusu. Bir de terazimiz vardı yazıhanemizde. Babam Urfa’dan getirttiği isot, biber reçeli gibi malzemeleri eşine dostuna satarak bir nevi ek gelir üretmek zorunda kalıyordu çoğu zaman.
Babam takunyalarını giyer, abdestini alır, havlusu ile kurulanır, namaza dururken, ben de ardından onun bıraktığı hasırdan seccadeye secde ederdim. Babamın alnının ıslaklığına abdest suyu ile ıslanmış saçlarımı koyuyor olmanın tadını nasıl tarif etsem şimdi bilemedim.
Prensip olarak saat 17.00 dedi mi işyerimizin kapısını kapatırdık babamla birlikte. Anadolu Ajansı ile Milliyet Gazetesi’nin köşesinden Nuruosmaniye’ye doğru döner, Kapalıçarşı girişindeki taş fırın simidi satan mavi önlüklü kasketli simitçiden bana bir simit alır, çarşı kalabalığına karışırdık birlikte.
Akşam evde ev ahalisi ile birlikte mutlaka sohbete dalar, günü öyle tamamlardık. Yer sofrasında yemeğimizi yediysek, sohbetimize sokağımızın köşe başında meyve satan Halo Dayı’nın meyveleri eşlik ediyorsa, kış aylarında sobamızda yanan odunun çıtırtısı ya da yaz aylarında bodrum kattaki evimizin açık penceresinden perdeleri titreten bir rüzgâr düşüyorsa üzerimize bizden daha huzurlu kim olabilirdi ki?
Babam vefat edeli dergimizin bu nüshası elinize geçtiğinde tam 13 yıl olmuş olacak. Bıraktığı boşluk bunca yıldır hiç kapanmadı, biliyorum ki bundan sonrasında da hiç kapanmayacak. Öyle özlüyor insan işte. Canı rahmet istedi derler bizim oralarda. Bir rahmet dileği gönderin isterim sizlerden.