Ayrı dünyaların insanıyız

“-Kıyametin tam olarak eşiğindeyiz. Tedavi edemediğimiz hastalıklar, bizi yok etmeye çalışan devletler, kontrol edemediğimiz nükleer güçler, bu tehlikeli sulardan geçebilsek bile kaçınamadığımız çok daha kötü tehditlerle yüzleşiyoruz. Küresel ısınma nedeniyle kutuplar 80 sene içinde eriyecek, dünyanın yerleşim yerlerinin yüzde 90’ı sular altında kalacak. Kontrolsüz nüfus artışı 50 sene içinde yiyecek üretiminin önüne geçecek. Kıtlık ve savaşlar yaşanacak. Bu bir varsayım değil, bunlar gerçek. Sebep ne olursa olsun dünyamız sona yaklaşıyor. Ama asıl soru şu; bizim de sonumuz gelecek mi?
– Peki, öneriniz nedir?
– Benim önerim dünyanın sonunu getirelim. Ama kendi şartlarımızla. Önceden planlanmış bir kıyamet. Dünya nüfusunun temizleneceği ama altyapısı ve kaynaklarının zarar görmeyeceği bir kıyamet. Bu daha önce de yapıldı (Bu cümle ile birlikte konuşmayı yapan adam işaret parmağıyla İncil’i işaret eder ve kamera İncil’i yakın plana alır) ve büyük başarıya ulaşıldı. Seçilmiş kişiler fırtınayı atlatacak. Yaratılışta yazdığı gibi gemiyle değil yer altında güvenli bir yerde. Ve her şey bittiğinde tertemiz bir dünyaya çıkacağız. İstediğimiz gibi bir yaşamı başlatabileceğiz.
– Peki, bunu nasıl yapmayı planlıyorsun?
– Kurtuluşumuzun yolu ellerimizde, işte karşınızda; T virüsü.”
Bunlar ‘Resident Evil’ adlı bir dizide geçen diyaloglar. Bunun bir filmin senaryosu içerisinde yer alan basit ifadeler olduğu şeklinde bir zanna kapılmayın sakın. Burada yer alan ifadeler, bir zihin dünyasının düşünüş biçimini ortaya döküyor olması hasebiyle önemli. Her ne kadar bir senaristin/senaryo ekibinin kaleminden çıkma cümleler olsalar da dünya üzerinde bir takım mahfillerin bu ya da benzeri bir kurguyu tartışmakta olmadığını hiç kimse iddia edemez. İçinde bulunduğumuz dünyayı sevk ve idare edenlerin yukarıda geçen kurguya çok da yabancı olmadıklarını düşünüyorum.
İnsan insanın kurdu olduğunun varsayıldığı ve bütün bir zeminin buna göre dizayn edildiği bir dünyanın çocuklarıyız hepimiz. Kaynakların kıt ve buna mukabil olarak insan ihtiyaçlarının sınırsız olduğu kabulüyle hareket edildiği, insanın, ihtiyaçlarını tatmin etmek için her türlü yolu deneyen bir varlığa dönüştürüldüğü bir dünya burası. Ve belki de en önemlisi, yaratan ve yaratmaya devam eden, hayatın akışına müdahale eden bir yaratıcı tasavvurundan yaratıp da kenara çekilen bir yaratıcı fikrine geçilmiş bir dünyadan bahsediyoruz neticede.
Bütün bunlar, özü itibarıyla, kişisel gelişimci yaklaşımlarla egoları tavan yapıp ortalığa salıverilmiş ve her şeyin elinde olduğunu düşünen kitlelerden sermaye sahibi olduktan sonra gücü hissederek emri altındakileri dilediğince tasarlama teşebbüsünde bulunan kodamanlara, iktidar sahibi olduktan sonra tebaası ile arasında uçurumlar oluşturanlardan yeryüzünü yeryüzündekilere rağmen şekillendirmeye çalışanlara kadar çok sayıda güç sahibinde görülebilecek şeylerdir aslında.
Yukarıda yer alan diyaloglar, tanrı rolüne bürünmüş ve bu hakkı kendilerinde gören, bunu bir inanç sistemi haline getirmiş bir yönetici kadronun kendisini ıslah ediciler olarak göstererek nasıl bir bozgunculuk heveslisi olduklarını gözler önüne sermektedir.
Küresel ısınmadan, buzulların erimesinden, nükleer saldırı ihtimallerinden, savaşlardan, kıtlıktan, açlıktan, insanlığı bekleyen felaketlerden dem vurarak ‘insanca bir yaşam’ arzusuyla bir takım tedbirler alıyor olmaları belki de insanların çoğu için artık normal gelen şeyler olabilir. Ama bakın ayet ne diyor:
“İnsanlardan öylesi vardır ki dünya hayatı konusundaki sözleri senin hoşuna gider; o, hasımların en yamanı olduğu halde kalbinde olana Allah’ı şahit de tutar. İmkânını bulduğunda bozgunculuk çıkarıp harsı ve nesli yok etmeye çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.” (Bakara 204-205)
Ve yapılan şey aslında bozgunculuk çıkarmaktır;
“Onlara “yeryüzünü ifsad etmeyin” denildiğinde, “Hayır, biz yalnızca ıslah edenleriz” derler.” (Bakara 11)
Oysaki Cenab-ı Allah yaratmaya devam etmektedir ve rızk elbette ki Allah’tandır;
“Mûsâ kavmi için su istemiş, biz de ona, “Asânı taşa vur!” demiştik. Bunun üzerine taştan on iki göze fışkırdı. Her topluluk kendi içeceği yeri bildi. “Allah’ın rızkından yiyin için; yeryüzünde fitne fesat çıkarmayın” (dedik). (Bakara 60)
Kaynakları kıt olarak kabul etmek, Allah’ın yaratıp bir kenara çekildiğini kabul etmek ve O’nun ellerinin bağlı olduğunu varsaymaktır!
“Yahudiler “Allah’ın eli bağlanmış!” dediler. Asıl kendi elleri bağlanmıştır ve söyledikleri yüzünden lânetlenmişlerdir. Aksine O’nun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir. Rabbinden sana indirilen, onlardan birçoğunun azgınlığını ve inkârcılığını kuşkusuz arttıracaktır. Onların arasına kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve kin saldık. Ne zaman savaş ateşini tutuşturmuşlarsa Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuk için çaba harcarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.” (Maide 64)
Hak ve batıl olarak tanımlayabileceğimiz iki ayrı zihin dünyasının çok temelde yer alan esaslı farklılıklarının insanlığa vaat ettikleri birbirinden farklı iki ayrı dünyayı anlatabilmek için alıntıladım bahse geçen dizideki diyalogları.
İnşaallah söylemek istediklerim anlaşılmıştır.