Atgözlüğü için burs vermek…

Geçen gün, bir görüşmeye yetişmek için, İstanbul Sanatları Çarşısı’ndan Sutanahmet tramvay durağına doğru telaşla topuklarken telefonum çaldı, açtım.

Karşıdaki ses, bir dernek adına aradığını belirttikten sonra, amirane bir ses tonuyla şunları söyledi:

“Burs için sizin tavassut ettiğiniz filanca öğrenci, derneğimizin kültürel faaliyetlerine katılmamaktadır. Bursunun kesileceğine dair kendisini uyardık ancak olumlu bir sonuç alamadık. Bu hafta da gelmezse bursu kesilecektir.”

Tepem attı, “burs verdiğiniz öğrencilere mıntıka temizliği de yaptırıyor musunuz?” diyecekken, bir “Lahavle” çekerek vazgeçtim. Eh, artık ihtiyarlıyoruz; yutkunmalarımız çoğalırken dilimiz de törpüleniyor; bu nedenle, sadece “tamam” diyebildim.

Burs nedir? İlim tahsil edenlere karşılıksız olarak verilen paradır.

İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin (ra) kendisinin ilim tahsilinde Müslümanların yardımlarının önemini zikredişinden daha eski zamanlara uzanan bir geleneği olsa gerek bursun.

Yani, özü değişmeyen insanlar arası yardımlaşmanın, bugünkü formu, burs.

İlim tahsil edene burs verenin, belli şartlar koyması mümkün müdür?

Evet, mümkündür, çünkü burs bir sadaka değildir;  eğitim-öğretim şartlı bir karşılıksız yardımdır.

Dolayısıyla burs verdiğiniz öğrencide başarı şartı gözeteceğiniz gibi, daha somut, örneğin ödüle bağlı filan bir başarı talebinde de bulunabilirsiniz.

Ancak, ona burs veriyorsunuz diye, serbestiyetini kısıtlayamaz, hayatını kıskaçlar altına alamaz, hele hele “benim gibi düşüneceksin” ya da “benim sana takacağım bir at gözlüğüne razı olacaksın, dünyaya onunla bakacaksın” denilemez.

Diğer bir ifadeyle, burs veren derneklerin, vakıfların, kurumların, şirketlerin kültürel (yani kendini gözlere sokarcasına gösterme) faaliyetinde bursiyer öğrenciyi bir “müşteri” durumuna getirmesi kabul edilemez.

Yine bu yolla, “insan yetiştirmek” adına, kendi şahsi misyonlarını gençlere dayatmalarına, onu konferanslar, seminerler, paneller ve atölye çalışmaları yoluyla bir şartlandırma aracı olarak kullanmalarına rıza gösterilemez.

Elbette ona “Biz, sizlerin bilgi, görgü ve deneyimlerini artırmak için şöyle şöyle faaliyetler de yapıyoruz. Bunlara katılmanızı arzularız” dersiniz, ama bunu bir zorunluluk olarak kimseye dayatamayacağınız gibi, bursiyerlere de dayatamazsınız. Çünkü siz tarih bilgilerini öncelersiniz de bursiyer coğrafyayla ilgilenmek isteyebilir ya da siz Fıkıh konferansları verirsiniz de bursiyer Kelam konferanslarına gitmek isteyebilir.

Madem, “aklı, fikri, zikri, vicdanı hür mümin” gençlerin yetişmesine katkıda bulunmak istiyorsunuz, o halde şartlarınızı da buna göre oluşturmak durumundasınız. Bu hasletlerin gençlerde gelişmesi için öncelikle onları belirli perspektifle, anlayışla dayatmaktan vaz geçmeniz gerekir. Çünkü bir gencin ufkunun gereğince açık olabilmesi, verili kısır ufukları aşabilmesiyle mümkündür.

Bunları derken, bir çocuğun dini terbiyeden geçirilmesinden söz etmiyoruz, bir gencin hayata hazırlanmasından söz ediyoruz. Bu manada yapılacak her kültürel faaliyetin, onların seçim alanlarını genişletmesi, beğenilerine katkıda bulunması, mesleki tercihleri için rahatça değerlendirebilecekleri teklifleri içermesi esastır.

Zaten Paralel Yapı örneğiyle, üç kuruşluk burslar yoluyla öğrencileri belirli bir düşüncenin içine çekmenin, belli inanışlar doğrultusunda şartlandırmanın hangi felaketlere yol açtığını gördük.

Bugün o gençlerin hala çok büyük bir bölümü FETÖ örgütünün tetikçiliğini yaparak, vatana ihaneti, dini anlayışı masonik bir işleyişle birleştirmeyi makul göstermek için yırtınıyorlar; abone dilenciliği, kurban tezgahtarlığı yapmayı hala maharet sanıyorlar.

“Madem onlar burslar yoluyla bu olumsuzluğu devşirdiler, o halde bizler de yine burslar yoluyla olumlu olanını devşirelim” demek ilk bakışta “davaya dahil” bir şeymiş gibi görünüyorsa da son tahlilde zihinleri törpülemeye, yanlış düşüncelerin esiri olmaya, ideolojik şartlanmalara, kula kulluk etmeye, hayata daha geniş perspektiflerden bakamamaya da neden olabilmektedir.

Hem Allah aşkına, gençler adına kim, hangi yetkiyle hareket etme, onları koyun yerine koyarak burs kavalı eşliğinde gütme ayrıcalığına sahip olabilir ki?

Eğer mesele, bilgi ve birikimleri sağlam büyüklerle (hocalarla), gençleri bulundurmaksa bu ancak kapitalist alış-veriş mantığının dışında bir yerde gerçekleşmelidir. O kişiyi, burs veren birim adına bir tezgahtar (satıcı), gençleri de birer müşteri (alıcı) konumuna indirgediğiniz yerde, vermeye çalıştığınız bilginin, birikimin niteliği, düzeyi ne olursa olsun, iş daha başlangıcında asliyetine (kendi hakikatine) uygun olmayacağından, gençler adına ondan bir hayır, bir bereket de umulamaz.

Bu manada siz, diyelim ki bir ders yılı boyunca gençleri yirmi konuşmacıyla buluşturursunuz da, onlar sadece beşini dinlemek isteyebilir. Burs veriyorsunuz diye, onları her konuşmacıyı dinlemeye mecbur edemezsiniz, etmemelisiniz. Eğer etmeye kalkışırsanız, bu gönüllü tezgahtarla, zoraki müşterilerin ilişkisine dönüşür ki, işte o zaman ne satan sattığından ne de alan aldığından memnun ve mutmain olamaz. Dolayısıyla sizin “kültürel faaliyet” dediğiniz şeyin de bursiyer genç nezdindeki karşılığı, mıntıka temizliği yapıyor olmaktan öte bir değer ifade etmez.

Bana hakkında telefon edilen öğrencinin durumu ne oldu bilmiyorum. İlgisizliğimden değil elbette. Zikrettiğim bağlamda sıkıştırılmasına, şartlandırılmasına, güdülmek istenilmesine duyduğum tepki nedeniyle, aramadım onu.

Ayrıca, burs vermeyi faaliyet listesinin en üst kısmına yazma şımarıklığından uzak, yardım yapmayı gösteri yapmaya dönüştürmeyen, bir elinin verdiğini diğer eline göstermeyen, üç beş kuruş burs vermekle Kevser havuzunun kenarında bir villaya kondurulacağını düşünüp zevkle ellerini oğuşturmayan, hasbi insanların ve kurumların sadece varlığına değil, sayıca çok olduklarına da inanıyorum.

Rabbimiz onu, bunlardan birisiyle mutlaka karşılaştıracaktır.

Bursunu kesen dernek ise hem ondan hem de benden şöyle okkalı mı okkalı, mızrak mı mızrak teşekkürleri almakla kalacaktır.

shutterstock_111600044