Arsalarda çocuklar

Çengelköy’den Rasathane’ye doğru çıkarken, sol tarafta bir yerde yalnız bir topçam ağacı vardı. Çam dediğimiz zaten baştan ayağa hususiyettir ama bu çam ağacı başkalığını onu çevreleyen arsadan alırdı. Yabani otların, geçimsiz dikenlerin, karahindibaların, karınca yuvalarının, özgür böceklerin enikonu işgal ettiği arsa, eski sınırlarından bazılarını hatırlatacak biçimde, yer yer engebeliydi. Arsanın yancağızında da iki katlı küstürülmüş bir ev öylece dururdu.

Tabii peyzajı,  süssüz ama insani evi, dikenleri ve çam ağacı, daha da önemlisi beklenmedik boşluğu sebebiyle görmeyi sevdiğim yerlerden biri olan bu arsa bugün bir inşaat alanı. Ama korkarım bu yenilik, sadece biz arsalarda oynayarak büyüyen çocuklar için buruk bir anlam taşıyor.

Çünkü o arsada oynayan bir çocuk neredeyse hiç görmedim. Oysa o arsa benim on bir yaşıma ne oyunlar ilham ederdi. Tam bağımsızlık ilan etmelik bir yerdi, içine girip akşama kadar kaybolmalık bir yer.

Arsalarda büyüyen çocuklar anlar: Geriye dönüp baktığımızda, oyun çağımıza dair güzel hangi hatıra varsa, hep arsalarda geçmiş.

Arsa dediğimiz bu biçimsiz, kazaen oluşmuş boşluklar yerine, şimdi artık tertipli, düşünülmüş oyun alanları var diyeceksiniz. Demeyin. Çünkü biz zaten tertipli ve rasyonel bir alandan yani evin ve okulun dünyasından, dağınık ama ilham veren, biçimsiz olduğu için müdahalemize açık, gözlerden kaçtığı için bize özgürlük bahşeden arsaların dünyasına kaçıyorduk. İnşaat işlerimizin bu kadar delirmediği dönemlerde, arsalar kolay kolay kimsenin ilgisini çekmezdi. Kırk yılın başında, arsanın sahibi gelir, ölçer biçer, birilerine arsayı gösterir, sonra da uzun süre görünmemek üzere birlikte giderlerdi. Biz sanki arsanın sahibi bizmişiz gibi hissederdik ama bazı kafa dengi arsa sahipleri de bize böyle hissettirirdi zaten. Bu yüzden arsa, asfalt yolların, gri okulların ve iki artı bir dairelerin dünyasından, yani büyüklerin ve devletin basık dünyasından çıkabildiğimiz, çıkıp da soluk alabildiğimiz bir ara dünyaydı.

Arsalar adı konulmamış bir mukaveleyle çocuklara devredilmiş yerlerdi. Yetişkinler zaten gelmezdi, delikanlılar için de olsa olsa Köpeköldüren filan içmeye uygun bir yerdi ama bu da küçük şehirlerde müsamaha ile karşılanacak bir şey olmazdı. Bu sebeple, büyükler dünyası içinde, çocukların fethederek kendi düş ülkelerine dahil ettikleri somut toprak parçalarıydı onlar. Arsalar bu yüzden istisnai yerlerdi: Düş dünyasının fiziki dekorlarıydı.

Şurası ilginçtir: Arsalar, bizim modernleşmemizi insanileştiren, belli bir radikallikten sıyıran bir anlamdı. Apartman yapacak, asfalt dökecek, okul saatlerini kesinlikle belirleyecek kadar modernleşmiş ama bütün bunların ortasında denetleyemediğimiz, modern planlamanın envanterine yerleştiremediğimiz, elimizden ve projelerimizden kaçmış arsalar vardı. Arsaların biçimsizliği, beklenmedikliği, arada kalmışlığı, modern olana el uzatma mesafesinde olup da, ondan sıyrılma sınırında durabilme bakımından kesinlikle ilham vericiydi. Arsa araftı.

Mahalle içindeki arsalar arasında da elbette bazı nitelik farkları oluşuyordu. Yukarı mahallenin büyük arsasında iğde ağaçları vardı mesela. Mayısla birlikte önce kokusu, sonra iğdesi, ardından gölgesi derken, aylar boyunca muhayyilemizi ve keşif iştahımızı meşgul eden bir yoldaşa dönüşüyordu. Ya da istasyonun oradaki, top oynamaya uygun geniş arsa. Bir başkasında, daha baş gösterir göstermez, hemen mayıs ayında yiyip bitirdiğimiz için, elmalarının kızardığını görmediğimiz ağaçlar vardı. Kanalın oradakiyse, yazın yüzdükten sonra sırt üstü yatıp hayal kurmaya bire birdi. Bu arsaların konumları, vasıfları, birbirlerine olan mesafeleri bizim ilk mektepteki coğrafya bilgimizi oluşturuyordu. Sahici coğrafya bilgileriydi bunlar. İşimize yarıyordu.

Arsa şehir ya da kasaba hadisesidir. Köylerde arsa değil, tarla olur, bağ, bahçe, bostan olur. Bu sebeple arsa melankolisi yaşamakta biz kasabalarda ya da şehirlerde büyümüş çocuklar ortağızdır. Arsalar, bu ara dünyalar, bizim futbolu keşfettiğimiz, çizgi roman takas ettiğimiz, birbirimize film anlattığımız, Almanya’dan gelen misketler ya da spor ayakkabıları hakkında söyleştiğimiz yerlerdi. Yani köy çocukları gibi kuzularla, sıpalarla dostluk yaptığımız, köstebek yakaladığımız filan tabiata ait yerler değildi. Modern dünya, burada bir çocuk filtresinden geçerek hazmediliyor, modern dünyanın verimleri arsalarda yumuşatılarak, bize benzetilerek içeriliyordu. Modernleşiyorduk ama hala kendimize benziyorduk. Bu durumun, bize özgü bir modernleşme imkanını düşündürdüğünü söyleyebilirim.

Zamanla şöyle bir şey de oluşabilir: Şehir planlamacıları, mahallelerde, çocukların oyun sahaları olmaları için, arsa benzeri, bilinçli olarak yaban bırakılmış, kasten özensiz duran boş alanlar yaratabilirler. Ama bakalım o zaman geldiğinde çocuklarımız hala bir arsayı bir ülkeye çevirebilecek hayal güçlerine sahip olabilecekler mi?