Arayışımız devam ediyor

İçinde bulunduğumuz çağda sözünü henüz söylememiş tek unsurun Müslümanlar olduğunu hemen her ortamda dile getiren biriyim. Bunu bir defa daha ifade etmeyi boynumun borcu olduğunu düşünüyorum.

Batı düşünüş biçiminin dönüştürdüğü bir dünyada yaşıyoruz. İnsanı insanlıktan çıkaracak düzeyde kurgusal bir nesneye dönüştürme becerisini gösteren Batı düşünüş biçimi insanla, insanlıkla mücadelesine devam ediyor. Bu acımasız mücadele, öyle görünüyor ki, bütün düşünüş biçimleri tek bir düşünüş biçimine boyun eğene ve bir daha başını kaldıramayacak hale gelene kadar da devam edecek.

Hakim paradigma, kendi aralarında, birbirleri ile olan ilişkilerinde ‘uygar olanlara mahsus’ bir hukuk uygularken, kendileri yani uygar olanlarla ötekiler yani uygar olmayanlar arasında bir başka hukuku tesis ederken, ötekilerin birbirleri ile aralarındaki hukuklarının ne olması gerektiği ile de ilgilenmeyi ihmal etmiyor.

Mesela iktisadi olarak da farklı bir durum olduğunu hiç kimse iddia edemez. Kaynakların kullanımından, paylaşımına, üretim süreçlerinden tüketim biçimlerine kadar farklı tarzlarda hareket ettiklerini söyleyebiliriz.

Biz de Müslümanlar olarak böyle bir çağda yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz çağın ürettiği sorunların sıkıntısını yaşıyor, zaman zaman kapana kısılıyor, kendimizi çıkmaz sokaklarda bulabiliyoruz. Hele ki, İslam’ın bize yüklediği sorumlulukların farkındalığı ile cümle kurmaya başlamışsak, dünya bize daha bir dar ediliyor.

İnsanın insanın kurdu olarak görüldüğü, kaynakların kıt, ihtiyaçların sınırsız kabul edilerek mutlak surette, her ne pahasına ve her ne şekilde olursa olsun tatmin edilmesinin kaçınılmaz kabul edildiği bir dünyada, daha işin en başında bu kabullerin kulak tırmalıyor oluşunun farkındalığıyla problemi kavramsal olarak zihninde çözerek, bunu bir yaşam biçimine dönüşmesi gerektiğini görür herhangi bir Müslüman.

Trabzon’da, dünyanın çeşitli bölgelerinden gelerek üniversite okuyan genç bir kitleye verdiğim bir seminerde kendilerine yönelttiğim ‘insan insanın nesi olur’ sorusuna hiç kimse ‘kurdu’ olur cevabını vermedi mesela. Dostudur dedi, arkadaşıdır dedi, sevdiğidir dedi, ailesidir dedi ama kurdudur demedi. Bu bir bakış açısı meselesidir. Birbirinden farklı bu iki kabul insanı aynı noktadan yola çıksalar bile birbirinden çok farklı noktalara götürecektir.

Sıradan bir Müslüman, eğer Müslüman olmanın ne demek olduğunun farkında ise, Allah’ın yaratıp bir kenara çekilmediğini, yaratmaya devam ettiğini ve hayatın seyrine müdahil olduğunu bilir ve buna iman eder. Eğer bu böyleyse, kaynaklar kıt değildir. Çünkü Allah ikram etmeyi sever.

Müslüman biri, ihtiyaçlarının sınırsız oluşunu kabul etmez, bilakis, ihtiyaçlarını sınırlamak için çaba sarf eder. Oruç tutar, zekât verir, infak eder mesela. Allah’ın yarattıklarından istifade ederken aşırıya kaçmaması gerektiğini bilir.

Bir Müslüman, bakış açısı itibarı ile bütün bunları bilir de, peki neden bu düşünüş biçiminin gerektirdiği bir yaşam biçimini kurma konusunda yeterince istekli değildir?

Yazının girişinde ifade ettiğim, içinde bulunduğumuz çağa sözünü söylememiş tek unsurun Müslümanlar olduğu hususuna tekrar dönmek isterim.

Bana kalırsa, Müslümanlar içinde bulunduğumuz çağa henüz söz söylememiş olduklarının farkındalar ama neyi söylemeleri gerektiği hususunda bir kafa karışıklığı yaşıyorlar. Buna mukabil Batı düşünüş biçimini zamanın ruhu kılmaya kendisini adamış olanlar, Müslümanların potansiyel olarak söylemeleri muhtemel sözün ne olduğunun Müslümanlardan daha fazla farkındalar. İşte bu yüzdendir ki, zaman zaman, Müslüman toplumların önüne, kırmızı fiyonklu hediye paketleri içinde bazı seçenekler sunuyorlar ve bunları da destekliyorlar. Bir şey söylemek niyetindesiniz madem, buyurun bunların söylediklerinin peşine düşün, biz de sizin sözünüzü kabul edelim diyorlar. Türkiye’de, Pakistan’da, Irak’ta, Suriye’de değişik formlarda yürürlüğe konulan projelerin neler olduğunu hepiniz benden daha iyi biliyorsunuzdur muhakkak. Yeri gelmişken söyleyelim, FETÖ paralel din değilse başka nedir ki?

Müslümanların tarih yapmaktan çekilmesi sonrasında tarihi yapanlar daima Müslümanları hesaba katarak tarih yapmak durumunda kaldılar. Ve tarih Müslümanların bulunduğu bölgeler olmadan yapılamıyor bugün. Onlar bizi, bizim kendimizi önemsediğimizden daha fazla önemsiyorlar aslında.

Lakin tamamen haksızlık etmeyelim kendimize.

Bütün bunlara rağmen, bu dünyaya söyleyecek sözlerinin arayışında olan Müslümanların varlığının şahidi olduğumuzu da söylememiz gerekiyor. Müslümanların arayışlarının birer neticesi olarak zuhur eden kimi uygulamaların, kimi müesseselerin, kimi mekanizmaların bünyelerinde arızlar barındırdığının farkında olarak şunu söylüyorum, bütün bunlar özü itibarı ile kıymetli arayışlardır.

Ben, siyaset mekanizması anlamında, iktisadi müesseseler anlamında, eğitim hususunda, dünyanın ürettiği envai çeşit problemin çözümleri noktasında İslam’ın önerisinin ne olduğu sorusunu sormanın bizatihi kendisinin çok önemli bir eylem olduğunu düşünüyorum.