İbrahim Karagül geçen haftalarda Yeni Şafak’taki bir yazısında Batı ülkelerindeki “demokrasi krizi”nden bahsetti. Karagül’ün de ifade ettiği gibi aslında bu yeni bir kriz değil, son on yıldır Avrupa ve Amerika’da bir demokrasi krizi yaşanıyor. İşin tuhaf olan yönü bu krizler daha önce Türkiye, Hindistan, Latin Amerika gibi ülkelerde yaşanır, her defasında Avrupa ya da Amerika bir demokrasi ayarı vermeye çalışırdı. Artık bu kriz Avrupa ve Amerika gibi Batının merkezinde yaşanıyor ve geri dönülemez bir süreç içerisine giriliyor.
Batı’da sadece bir demokrasi krizi yok, kendi içinde bir hesaplaşma da var. Bu hesaplaşma artık 20. yüzyıldaki gibi düşünsel ve ideolojik bir çatışmayı da içermiyor. Bu hesaplaşmada daha çok bir tükenmişliğin emareleri var. Artık Avrupa ve ABD ülkelere demokrasi, insan hakları, özgürlük ihraç etmiyor. Bu tür kavramların önemi Batı’dan çoktan geçti bile. Batı aslında 19. yüzyıl öncesi gerçek yüzünü, saldırganlığını, despotluğunu, oteriteryenliğini gösteriyor.
G-7 zirvesinde Almanya’nın servis ettiği Merkel’in Trump’a meydan okuma şeklinde gösterdiği fotoğraf bunun kanıtı. İkinci Dünya savaşının çıkmasının en önemli nedenlerinden biri çelik ve krom ihracıydı. Şimdi de benzer bir çatışma yaşanıyor G-7 ülkeleri arasında. ABD’nin çelikten alınan gümrük vergilerini artırması bu çatışmanın artık daha fazla görünür olacağını gösterdi.
Aslında Avrupa ve ABD’nin demokrasiyi öldürmesi 28 Şubat’la başlayan bir süreç. 28 Şubat postmodern darbesi, Batı’nın kendi gibi düşünmeyenlere tahammülü olmadığının bir göstergesiydi. Batı dışı modernlikleri yok etmenin zamanı gelmişti. Çünkü batı dışı modernlikler Avrupa ve ABD demokrasisinin bir bakıma intihar tezahürüydü. Demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi kavramların Batı literatürü için üretilmiş söylemler olduğu ortaya çıktı. Bu kavramların Irak, Filistin, Suriye, Afganistan için geçerli olmadığı anlaşıldı. Çünkü Batı Irak’a özgürlük, demokrasi getirmeyi vaat ettiğinde, tüm özgürlükler de insanların elinden kaçıp gitti.
Mısır’da General Sisi’nin seçilmiş Mursi’yi askeri güç kullanarak yönetimden uzaklaştırması ve bu darbeyi başta ABD ve Almanya’nın alkışlaması totaliter rejimlerin artık Batı tarafından kabul görmesinin bir neticesiydi. 15 Temmuz hain darbe girişimine de Batı’nın sessizliği demokrasinin batı tarafından yok edilmek istenmesinin bir göstergesiydi.
Batı artık üretmiyor daha fazla tüketmeye çalışıyor. Tüketim de bir kural tanımayarak kapitalist kalbin inşa ettiği tüm saikleri gösteriyor. Bu yüzden başka bölgelerdeki savaş kendi merkezine kaydı. Artık var olan cephelerde savaşma yerine kendi içinde çatışmaya evriliyor. Söylemler düzeyinde olan bu çatışma yarın Batı imparatorluklarının sonunu getirebilir.
Bugün batı dediğimizde önce Amerika zihinlerimize geliyor. Aslında Batı kuzey yarım küreyi ifade eden bir anlama sahip. 19. yüzyılda ise kıta Avrupası akla gelirdi batı deyince. Yaklaşık 100 yıllık bir Amerikan yüzyılından bahsediyoruz artık. 1930’larda gün yüzüne çıkmaya başlamış, İkinci Dünya savaşından sonra serpilmiş, büyümüş, yükselmiş bir ABD yüzyılından.
Demokrasi ve liberal ekonomiyi tek koşul olarak benimsemiş Amerika yüzyılından.
Amerika yüzyılı efsanesi artık çökmeye başladı. Daha çok çökmeyi bazı analistler Trump dönemi ile başlatsa da Fukayama’nın “Tarihin sonu” dediği Amerika yüzyılının sonuydu. Batıyı temsil eden Amerikan yüzyılının sonu. Trump bir rastlantı sonucu ABD başkanı olmadığı Batı’nın görünen yüzü olduğu artık ortada.
Amerikan olgusunu ortaya çıkaranların başında bir göç demokrasisi gelirdi. Artık Amerika göçmen karşıtı lideri ve politikaları ile bilinen bir ülkeye dönüştü. Amerika etnisite ve Müslüman karşıtlığına soyunmuş durumda. Etnik biçim ırksal ve kültürel bir değişime uğrayıp kapitalist etnik sınıfların eline geçmiş. Onların etnisitesini var kılan sermaye ve İslam karşıtlığı.
Eski ABD başkanı Jefforson Amerika’yı “Özgürlükler İmparatorluğu” olarak nitelendiriyordu. Oysa bugün Amerika “özgürlüklerin engellendiği” bir ülke imajını çiziyor. Artık Batı’nın çığırtkanlığını yaptığı İklim değişim anlaşmalarında ABD yok. Artık Guatemala Porto Riko dışında ABD’nin Latin Amerika’da muz cumhuriyetleri yok. NATO işlevsiz halde varlığını devam ettiriyor. Fransa bile NATO’nun gücünden daha fazla yararlanıyor ve Afrika’da operasyonlar çekiyor.
Afrika ülkeleri bile serbest ticaret anlaşmasına geçerken ABD serbest ticari faaliyetleri engelleme yoluna girişiyor Transatlantik Serbest anlaşmasını işlevsizleştiriyor. Çin’i dengelemek için başından beri karşı çıktığı iki Kore’nin yakınlaşması için adımlar atıyor.
Ünlü İtalyan Marksist Antonio Gramsci eninde sonunda Amerika’da bir devrimin olacağını, sorunun bu devrimin etkin mi edilgen mi olacağını söyler. Gramsci ile aynı fikirde değilim. Amerika’da bir devrimden çok tarihinin sonu olacak ve bu tarihi son, etkin bir şekilde olacak. Amerika’nın tüketime odaklanması ve artık karar vericilikten uzaklaşması dış unsurların zorlaması bu etkinliğin mimarı olacaktır.
Daniel Ziblatt ve Seven Levitsky, demokrasilerin nasıl sona ereceği üzerine “How Democracies” adlı bir kitap yazdılar. Kitapta Trump’ı demokrasinin bozulmasının bir nedeni olarak değil bir belirtisi olarak görüyorlar. Gerçekten de Trump, Amerikan yüzyılının hatta demokrasinin artık sona erdiğinin bir işareti. Trump bir bakıma demokrasinin sona ermesinde bir neden değil yalnızca bir semptom.
Demokrasiler, insan hakları örgütleri, özgürlük peşinde olan sivil toplum kuruluşlarının Batı ve ABD’de her zaman etnosentrik bir yönü oldu. Avrupa merkezli ABD merkezli demokrasi anlayışları, özgürlük nutuklarında her zaman için ABD ve Kıta Avrupası insanlarının istekleri önemliydi. Demokrasi kuruluşları sivil toplum, insan hakları örgütleri bile bu çıkarlara hizmet ettiler. Dünya Batı ve onun hamisi ABD eliyle bir kaos düzenine dönüştürüldü. Fakat bu kaos düzeni artık sahiplerine karşı meydan okumaya başladı ve kendi merkezlerindeki çatışmaları tetikledi.
Bugün tarihin çok hassas bir döneminden geçiyoruz. Ekonomik krizlerle başlayan süreç siyasal krizlerle devam ediyor ve Batı’nın ithal ettiği Amerika tarafından temsil edilen demokrasi sona eriyor. Daha doğrusu Amerikan yüzyılı sona eriyor. Avrupa yüzyılı 20. yüzyılın başlarında çöktü ve Amerika tarafından Batı menşeili yeni bir yüzyıl kuruldu. Şimdi o yüzyıl da yıkılıyor, yeni bir yüzyıl kuruluyor. Belki bu yüzyıl Çin ya da Afrika yüzyılı olacak ama bizim temennimiz hala uyumakta olan İslam toplumunun yeniden dirilişe geçerek kendi yüzyılını kurması…