“Amerikalılar beni aradılar” ne demek?

2013 Haziranındaki Gezi kalkışmasını içinden geçmekte olduğumuz sürecin başlangıcı olarak kabul ediyor oluşumuz, kitlesel oluşundan ve dışarısı ile irtibatının gizlenemeyecek kadar aşikâr oluşundandır. Takvimleri biraz daha öne çekerek Cumhuriyet Mitingleri çerçevesinde de benzer bir süreci başlatmak mümkündür. Lakin buradaki kitleselliğin dışarısı ile henüz tam manası ile kontak kurmamış olduğunu düşünenlerdenim. Bu yüzden milat olarak Gezi olaylarını alıyorum.

Gezi olaylarından önce bir kuluçka dönemi var elbette. Sürecin dışarısı ile irtibatlı olması gerçeğinden hareketle ‘One Minute’ hadisesinin start veren bir yönü olduğunu görmemiz icap eder. Gezi sürecine dek, bazı alt yapı faaliyetlerinin tamamlanmış olması gerekiyordu ve bunun için de düğmeye basılmıştı. Sosyal medya organizasyonları, hükümetin mezhepsel ayrımcılık yaptığı algısının kamuoyunda derin kabul görmesi için yapılan haberler, Suriye hususunda sürdürülen dünyanın en insani dış politik seyrin anlamsızlaştırılmasına yönelik algı çalışmalarını alt yapı çalışmalarına bir örnek olarak verebiliriz. Bu kuluçka döneminde yapılan hazırlıkların önemli bir yerine bir tarihi de ilave edelim; 7 Şubat 2012. Hakan Fidan’ın ifadeye çağırıldığı bu tarihte, maksadın hasıl olmamış olması belki de alt yapı çalışmalarının bir süre daha devam etmesine yol açmıştı. Ta ki, Gezi olaylarına kadar.

Kitlesel bir start verilerek dışarısı ile irtibatı asla gizlenmemiş bu olayların gelişim seyrinin Arap Baharı ya da Turuncu Devrimlerle benzerlikler gösterdiğini de hafızalardan çıkarmamak gerekir. Başarısız olan bu girişim sonrasındaki olayları gelin başlıklar halinde hatırlayalım;

17/25 Aralık Yargı Darbesi girişimi, PKK’sından DEAŞ’ine, DHKP-C’sine, FETÖ’süne kadar çok yönlü terör faaliyetleri, Suriye üzerinden hareketle dış politik imkânsızlık ikliminin üretilmesi, 15 Temmuz işgal girişimi, dönem dönem devreye alınan ekonomik sorunlar, uluslararası arenada yalnızlaştırma girişimleri, ABD’deki illegal Hakan Atilla Davası, ülke içi siyasetin dizaynına ilişkin alınan güncel aksiyonlar.

Bütün bunları arka arkaya koyduğumuzda hemen hepsinin kitlesel bir maksada matuf olduğunu ve kesinlikle, gizlenemeyecek bir biçimde dış bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. İşte bu zinciri anlamlı bir şekilde takip ettiğimizde ‘One Minute’a ulaşıyoruz. En basitinden 17/25 Aralık’ın sahte argümanlarının ABD’deki Hakan Atilla davasında kullanıldığını düşünecek olursak organizasyonun büyüklüğü ve çeşitliliğini görebiliriz.

Başka delil mi istersiniz, buyurunuz lütfen;

Bütün bu hikayeler halen olup bitmeye devam ederken, malumunuzdur, geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin Cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem İnce’nin bir beyanatı oldu. Muharrem İnce “24 Haziran’da Cumhurbaşkanı olduğumda yargıyı temizleyeceğiz, bağımsız bir yargı kuracağız dedim. Gülen’i getirteceğimizi söyledim. Amerikalar beni aradı, Fetullah Gülen’in iadesi için usulüne uygun bir başvuru yapılmadığını söylediler. Buradan sayın Cumhurbaşkanına soruyorum: Fetullah Gülen’in iadesi için usulüne uygun bir başvuru yapılmış mı?” ifadelerini kullandı.

Bu ifadelerden yola çıkarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Gezi olayları ile başlayan ve kitlesel düzeyde kalması arzu edilen sürece dışarısının müdahalesi ve dizayn ediciliği hız kesmeden devam ediyor.

Yukarıdaki birkaç cümle bile bunu ortaya koymaya yetiyor. Yeri gelmişken söyleyeyim, Muharrem İnce’nin yapısı gereği yukarıda verdiği bilgilerin en iyi ihtimalle bir kısmının doğru bir kısmının yanlış olduğu kanaatindeyim. Ancak zihnim beni şuna itiyor doğrusu, Amerikalılar Muharrem İnce’yi aramışlardır. Gerisi teferruattır.

Bizler Muharrem İnce’nin kurduğu bu cümlelerden yola çıkarak şu soruları pekâlâ sorabiliriz;

  1. Muharrem İnce’nin Amerikalılar dediği sıradan bir hamburger dükkanı işleticisi olmadığına göre ve iade sürecine hakim olduklarına göre kimdir, kimlerdir?
  2. Muharrem İnce’yi arayanlar, madem Fetullah Gülen’in iadesi hususunda bu denli arzulular, niçin Türkiye Cumhuriyeti yetkililerini bu konuda aramamışlardır da Muharrem İnce’yi arama ihtiyacı hissetmişlerdir?
  3. Amerikalılar neden Muharrem İnce’yi aramışlardır, kampanya sürecinde kullanılacak olan bu denli hassas bilgiyi Muharrem İnce’ye vermekle neyi murat etmişlerdir?
  4. Fetullah Gülen’in iadesi hususunda bu kadar hevesli olan Muharrem İnce neden kendisinin seçimleri kazanmasını beklemektedir de Türkiye Cumhuriyeti makamlarına bu konuda bildiklerini aktarıp, yanlışlığın giderilmesi hususunda yardımcı olmamaktadır?

Böylece uzar gider bu sorular. Hem bu sorular hem de bu soruların cevapları magazin değerinin ötesinde bir şey ifade etmemektedir benim için. Burada görülmesi gereken husus, uzun yıllardan beri, Türkiye üzerinde operasyon yapan dışarısının operasyon sürecine yeni aktörler üzerinden devam etmekte olduğu gerçeğinin ta kendisidir.

Evet, Türk siyasetinin önemli figürlerinden biri olmaya namzet birileri meydanlarda Amerikalılar tarafından aranan adam olduğunu deklare ediyor bugün. Meşruiyetini Amerikalılar kavramı üzerine bina ediyor. Bu bir itiraftır. Yeri gelmişken şu soruyu da sormadan edemiyor insan; bu Amerikalılar başka kimi hangi konularda aramışlardır acaba?

Yazıyı nihayetlendirirken, şu soruyu da şuraya bırakayım, Filistin’de, Kudüs’ün işgalci İsrail’in başkenti olması üzerinden hareketle gelişen hadiselere baktığımızda, Türkiye’nin biz istesek de istemsek de merkeze yerleşiyor oluşu gerçeğinden yola çıkarak 2009 yılındaki ‘One Minute’u görebiliyorsunuz değil mi?