Genellemeler hususunda rahatsızlığımı ifade ederek ifade edeyim, AK Parti iktidarını, ilk döneminin yaşandığı, ikinci döneminin halen yaşanmakta olduğu, son döneminin ise bir nevi niyet aşamasında olduğu üç ana evreye ayırarak ele almanın doğru yaklaşımlardan biri olduğunu düşünüyorum.
AK Parti iktidarının hemen öncesindeki yıllara dikkatimizi yöneltecek olursak temel olarak göreceğimiz şeyler; ekonomik darboğaz, sosyal tıkanmışlık, hak ve özgürlüklerin alabildiğine kısıtlandığı, önü kapanmış bir Türkiye hissinin hakim olduğu ve 28 Şubat’ın hemen arkasındaki dönem itibarıyla da insanların dinle irtibatlarının devlet nazarındaki problemli vaziyetidir.
İşte tam da böylesi bir iklimin içerisinden bir halk hareketi olarak doğan AK Parti iktidarının bir anlamda sosyal gerçeklik üzerinden beslendiğini söylemek mümkündür. Özgürlük alanlarının genişletilmesine, geçim derdine ilişkin rahat bir nefes imkânına, memleketin önünü biraz olsun görebilmeye dair umuda yönelik beklentilerdi AK Parti’yi iktidara taşıyan. Bu beklentiler ve bu beklentilere verilen cevaplar AK Parti iktidarının ilk evresidir.
Birinci evrenin başarı ile geçirilmiş olması ülke genelini bir üst duruma taşımıştır. Tüm yönleriyle sistemin işleyişine yönelik hamlelerin gelecek olması artık gün gibi aşikârdı toplum nazarında. Siyaset mekanizmasına, bürokratik süreçlere, idari yapıya, yasal düzenlemelere, kurumsallaşmaya dair dokunuşlara, uluslararası düzlemde pozisyonlanmaya, istikrarlı bir düzene yönelik düzenlemeler doğal olarak kaçınılmaz hale gelmişti. Bu doğal seyrin ilerleyişine yönelik olarak, tarihi açıdan baktığımızda küçük ama daraltılmış, Türkiye zaviyesinden bakıldığında devrim niteliğinde sayılabilecek önerileri elinde bulunduran AK Parti’nin doğal olmayan engellere maruz bırakıldığı uzunca bir dönemden bahsedecek olursak, bu evreyi ikinci evre olarak tanımlayabiliriz. Bu evreyi asıl tanımlayacak olanınsa toplumun duygusal olarak da AK Parti’nin yanında konumlandığı bir dönem olarak görebiliriz.
Cumhuriyet mitingleri, darbe planları, e-muhtıralar, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile özdeşleşen davranış biçimleri, statükocu dilin belirgin bir biçimde kamusal alana sirayetine yönelik girişimler, One Minute olayı, Mavi Marmara ile birlikte gelişen dış politik düzlem hareketliliği, gezi kalkışması, 17-25 Aralık darbe girişimi, FETÖ belasının görünür alanda gerçek yüzüyle sahne alması, PKK terörü, Arap Baharı sürecine uluslararası güçlerin eklemlenerek süreci lehlerine çevirmeleri, Suriye meselesi, DAEŞ denen örgütün birden bire peydahlanması, Türkiye’nin kuşatılması ve ennihayetinde 15 Temmuz işgal girişimi bu süreçte karşı karşıya kaldığımız operasyonlardır.
Bu evrenin temel karakteristiği olarak tüm bu sıkıntıların aşılmasında toplumun doğal refleksleriyle birlikte aldığı inisiyatiften söz edebiliriz. Dolayısıyla, çok sıkıntılı bir süreç yaşanmasına rağmen toplumun üçüncü evreye taşımak istediği umutlarının aziz hatırasına binaen duygusal bir bağ oluşmuştur.
Halkın her ne pahasına olursa olsun tercihlerine sahip çıkma iştiyakı öyle görünüyor ki bu süreci bir sonraki evreye doğru baş döndürücü bir hızla ilerletmektedir. Zaman zaman insanlarda birinci evrenin başlangıcındaki döneme dönüşe dair endişeler belirse de umut karamsarlığa galebe çalmaktadır bu süreçte.
Toplumda var olduğu iddia edilen kutuplaşmanın da tam da buradan, yani memleketi gelecekte konumlandırdıkları, hayal ettikleri yerden neşet ettiğini düşünüyorum. Geleceğe dair umut taşıyanlarla, geleceğe dair umutsuzluk içerisinde olanlar arasında bir gerilimin varlığını görebiliyoruz. Nitekim geleceğe yönelik endişe içerisinde olanların endişeleri üzerinden büyük bir mühendislik çalışmalarıyla geliştirilen algı yönetim usulleri bu gerilimi büyütmeye yönelik olarak okunmalıdır.
Gelinen nokta itibarıyla durduğumuz eşik üçüncü evrenin eşiğidir.
İslamcıların, AK Parti iktidarına yönelik eleştirilerine bakacak olursak –ki İslamcılar bu eleştirilerine rağmen tüm bu süreçlerde, özellikle de ikinci evrenin tüm safhalarında AK Parti’nin yanında durdular- AK Parti’yi iktidara taşıyan zihinsel altyapıdan, arka plandan AK Parti’nin henüz istifade etmediğine dair yaygın söylem altında hemen hepsini toplayabiliriz.
İşin aslı ben de böyle düşünenlerdenim. Fakat bir farkla; bu bir nasip meselesidir.
Üçüncü evre de işte budur; İslam aklından istifade dönemi.
Müslümanlar olarak, dünyaya, dünyanın içinde bulunduğu sorunlarına, dünyanın aradığı istikamete dair bir sözümüz olması gerektiğini düşünüyorum. Bu sözü elbet bir gün söyleyeceğiz. Şüphesiz, dünyanın da bizim söyleyeceğimiz söze muhtaç olduğu kanaatini taşıyorum. Tam da bu yüzden çabamızın ‘söz arayışı’ çabası olduğunu düşünüyorum. İçinde bulunduğumuz dünyaya ruh üfleyenlerin bilfiil var olduğu ama bilkuvve var olmadığı bir zaman diliminde biz ise tam aksine bilkuvve var olmakla birlikte bilfiil yokuz.
Kavga da tam burada kopuyor zaten; bilkuvve varlığımız bilfiil de olacak mı olmayacak mı?
Bu öyle bir kavga ki, dünyaya yön verenler, bizim söyleyeceğimiz sözün ne olduğunu bile belirleme işine girişmiş durumdalar.
Dünyaya DAEŞ üzerinden Türkiye’ye FETÖ üzerinden İslam’ın sözünü söyletme derdine dair o geniş ama aynı elde duran o yelpazeyi düşündüğümüzde nasıl bir eşikte durduğumuzu ve bu eşiğin ardında ne olduğunu göremiyorsak Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu süreci de hiç anlamamışız demektir.