Reis-i Cumhur Tanzanya, Mozambik ve Madagaskar’daydı. Bizim Cihat Gökdemir Gana’da, iki güzel insan Bekir Cantemir ve İsmail Kılıçarslan aileleri ile birlikte Fas’ta. Afrika hususunda kimsenin görme olasılığı bulunmayan önemli şeyleri benim de yazdığım dergiden okurlarıyla paylaşan İbrahim Tığlı Etiyopya’da, bir de Mücahid Durmaz var tabi, tam bir Afrika aşığı, sanırım bu ara yine Batı Afrika’da bir yerlerde olsa gerek…
Geçtiğimiz on yıl içerisinde, farklı zaman dilimlerinde, her biri iki haftayı geçmeyecek kadar bir süre de olsa Afrika’nın çeşitli bölgelerinde bulundum. İlk olarak Nijerya, sonrasında Fas, Kamerun, Somali, Kenya, Tanzanya ve Ruanda’yı, başkentlerinden taşralarına dek görme imkânım oldu. Her birine ilişkin hatıralarım tadından yenmez bir şekilde hafızamdaki tazeliğini daima koruyor.
Ne Lagos’un kaosundan Kanadalı Müslüman bir hanımefendinin himayesinde Mısırlı birkaç Allah dostu hayırseverce beri tutulan yetimleri unutabilirim, Ne Fas çarşılarındaki fırınlardan alıp bir yandan yürürken ucundan kopara kopara yediğim ekmeğin ağzımda bıraktığı o tadı. Zanzibar adasındaki o ilk camiyi, Ruanda’daki yağmur ormanlarının hemen kıyısındaki çay tarlalarının dinlendirici havasını teneffüs ettikten sonraki dinginliğimi, Mogadişu’nun sahillerinde yalın ayak oynanan coşkulu futbol oyunlarını, Somali’den Kenya’ya uçan uçağımızın Kenya sınırında bir piste indirilip didik didik aranması esnasındaki her şeye rağmen ben hala buradayım diyebilen Afrika neşesini, Kamerun’un Kiribi bölgesindeki pigmelerin imamı Harun’un Hz. İbrahim’i çağrıştıran hikâyesini daha dün gibi hatırlıyorum.
Oysa bütün dünya, Afrika’yı bize, kötü, kara, fakir, hastalıklı, aç, dolandırıcı, saldırgan, katil, suçlu olarak tanıtmak için her şeyi ama her şeyi yapmaktayken, benim tutup bunca Afrika tecrübemden heybemde tuttuklarımın böylesine güzel şeyler olması bir tuhaf gelebilir size. Hayır, öyle değil, Afrika, gerçekten de, tam benim anlattığım gibi.
İstiyorlar ki, Afrika’dan uzak duralım, korkalım, çekinelim, gidemeyelim, bir irtibatımız olmasın, yok sayalım.
Bütün bu güzellikleri paylaşırken, buralara giderken olduğumuz hastalıklardan koruyucu aşıları, malaryaya yakalanmamak için başladığımız ilaçları, Nijerya’nın kimi bölgelerindeki güvenlik problemlerini, Somali’deki mukavvadan evlerde yaşayan yığınla insanı es geçecek değilim elbette.
Ancak bütün bunlara rağmen Afrika’da olmak zorunda olduğumuz gerçeğiyle yüz yüze olduğumuzu söylemek istiyorum. Siyasi, ticari, insani… her ne alanda olursa olsun Afrika ile tesis edilecek bir temas imkanının hem bize hem de Afrikalılara kazandıracağı çok şeyin olduğuna inananlardanım.
Bu konuda aklıma gelen iki ismi hassaten yazımda anmak isterim; Somali’de büyükelçilik vazifesi esnasındaki faaliyetlerine tanık olduğum Dr. Kani Torun ve Çad’da büyükelçilik yapmış ülkemizin sayılı Afrika uzmanlarından Prof. Dr. Ahmet Kavas.
Ve elbette zihin dünyamda çok ama çok önemli bir yeri olan İHH’dan bahsetmeksizin her şeyin eksik kalacağını biliyorum.
Afrika’nın önemi üzerinden hareketle koordine olmuş ama münferit ama kurumsal çok sayıda anlamlı çabayı ismen dahi saymaya bu sayfanın yetmeyeceğini sizler de biliyorsunuz, Allah hepsinden razı olsun.
Çokça ön açtılar, öncü oldular, yol gösterdiler.
O isimlerden biri de Ahmet Özen. Müsiad Yalova Temsilciliği üyesi Tam Elektrik firmasının sahibi Ahmet Özen uzunca bir zamandan bu yana Çad’da da faaliyet gösteriyor. Ona göre Türkiye’deki ticaret erbabının mutlaka Afrika’ya gitmesi lazım. Salçadan, inşaat malzemelerine, giyim eşyasına kadar pek çok ürünümüzün Çad’daki satış kabiliyetinden bahsederken gözleri parlıyor.
Bütün bunları niye mi anlatıyorum?
Bir süredir, topyekûn bir farkındalıkla ve handiyse bir seferberlik haliyle, ama şuurlu ama iddiasız bir şekilde dünyaya açıldığımız bir dönemdeyken içinden geçmekte olduğumuz zaman diliminde, içinde var edilen sorunlarla boğuşturulmaya çalışılan bir Türkiye icat etmeye çalıştıklarını görüyoruz.
Bizi içine düşürmeye çalıştıkları bir psikoloji var; izole edilmişlik hali.
Daraltılmış yeryüzü ve daraltılmış imkânlardan haber veriyorlar daima. Futbolun tabirlerine sığınarak ifade edecek olursak, kendi sahasına kapanmış, kendi ekseni etrafında dönüp duran, dar alanda kısa paslaşmalarla sahanın geri kalanını unutmuş, defansif bir Türkiye arzu ediyorlar.
Bir yandan da, iktisadi faaliyet içerisinde gerçekten alnı öpülesi çabalar sergileyenleri de hedefliyorlar. Libya’dan, Mısır’a, İran’dan, Suriye’ye, Dubai’den, Ukrayna’ya tüm faaliyet alanlarını kaybetmiş ticaret erbabını, etrafı sarılmış, her kapı yüzüne kapanmış, elleri yukarıya kaldırıp teslim olma psikolojisine itilmiş bir anlayış içerisine düşürmeyi çok ama çok istiyorlar.
İşte tam da bu noktada Afrika’nın önemli bir çıkış kapısı olacağını düşünüyorum. Bugünlerde Afrika’ya gitmek demek kendimize gelmemiz anlamına gelir.
Emin olun Afrika’ya bir kez gidip döndükten sonra siz de Afrika’yı özleyeceksiniz.
Şunu unutmayın; Bir Afrika öfkesinden bahsederler ya hani, işte o öfke insan olana değildir, insanlıktan çıkaranadır.
Sevgili Ulvi Alacakaptan Afrika’nın bir ülkesine yaptıkları bir seyahatte bir Afrikalı ile sarıldıklarını, bu sarılma sonrasında Afrikalı’nın kendisine dönüp ‘ilk kez bir beyazın kendisine sarıldığını’ söylerken bir an duraklayıp hemen akabinde ‘yok yok, daha evvel de sarılmışlardı ama boğazımıza’ dediğini anlatmıştı.
Bu da yazının sonuna iliştirdiğimiz bir not olarak kalsın, önemli zira.