Son zamanlarda Afrika ülke yönetimlerinin en önemli isteklerinden biri nükleer enerjiye sahip olmak. Birçok Afrika ülkesi nükleer enerjiye sahip olmayı kalkınmayla açıklıyor. Kalkınmış bir ekonomiye sahip olmanın yolunun nükleer enerjiye sahip olmaktan geçtiğini düşünüyorlar. Bu şekilde düşünmelerinin haklı bir yönü var. Afrika’da, 2018 verilerine göre 680 milyon kişi elektriğe ulaşamıyor. 54 Afrika ülkesinin neredeyse 25’inde bir enerji krizi bulunuyor ve elektriğe ulaşamama gündelik hayatın en önemli sorunlarından biri.
Güney Afrika’yı ayrı tutarsak 48 Afrika ülkesi ile Almanya’nın elektrik tüketimi hemen hemen aynı. Avrupa’nın bir ülkesi neredeyse koskoca Afrika kıtasına eşit düzeyde elektrik tüketiyor. Bir ülkenin gelişmiş olmasında elektrik tüketiminin önemli bir payı var. Afrika’nın elektrik ihtiyacı, genelde barajlardan sağlanıyor. Etiyopya’daki Hendese Barajı bunlardan biri. Baraj tamamlandığında 5 Afrika ülkesinin tüm elektrik ihtiyacını karşılayabilecek.
Nijerya, Gana, Tanzanya, Kenya, Zambiya, Uganda gibi ülkeler nükleer enerjinin getireceği üstünlüğün farkına vararak Rusya başta olmak üzere Güney Kore, Çin ve Japonya ile işbirliği içerisine giriyorlar. Özellikle Rusya’nın Rosotom şirketi, 2040 yılına kadar Güney Afrika başta olmak üzere birçok ülkede nükleer enerji santrali kuracak. Zambiya diğer Afrika ülkelerine nazaran nükleer enerjide daha istekli görünüyor. Geçen yıl başkent Lusaka’da bir nükleer enerji üniversitesi kurma hazırlıklarına başlandı. Ayrıca Rus firması, ülkede Nükleer Bilim ve Teknoloji Enstitüsü kurdu. Enstitü çok kapsamlı bir çalışma yürütüyor ve nükleer tıp dahil olmak üzere birçok alanda çalışma yapıyor.
Nükleer enerjinin Afrika ülkeleri için gerekliliği, ülkelerin buna hazırlıklı olup olmadığı ve bu enerjinin Afrika’ya ne getireceğini sorgulamak gerekiyor. Çünkü nükleer, sadece enerji ihtiyaçlarının giderildiği değil ekonomik politik yansımaları olan da bir sektör. Nükleer enerji doğal gaz ve petrol üretimine benzemez, geri dönüşü olmaz. Bu yüzden karar verenler, sadece ihtiyaçları değil ülkelerini, insanlarını ve yaşadıkları çevrenin geleceğini de düşünmek zorundalar.
Güney Afrika’nın nükleer enerji geçmişi, 1970’li yıllara dayansa da hiçbir Afrika ülkesinin kendi başına nükleer enerji istasyonları kurabilecek kapasitesi yok. Rusya ve Çin’in yardımı olmadan nükleer enerjinin adından söz etmeleri dahi mümkün değil. Yabancı şirketlerin nükleer enerji santralleri kurmalarından söz etmek, Afrika’nın daha dışa bağımlı olması anlamına gelecek. Hatta birçok Afrika ülkesi nükleer enerji deneme istasyonlarına dönüşecek. Çin bu konuda oldukça istekli. Afrika ülkelerini Çin’in nükleer faaliyetlerine açmak aynı zamanda Afrika’nın bir nükleer çöplüğe dönüşmesine neden olacak.
Nükleer enerjinin Afrika için risklerinden biri de nükleer kazaların olma ihtimali. Nükleer santraller, ne kadar yüksek güvenlikle yapılsa da kaza olasılığı her zaman var. 1970’li yıllardan bu yana dünya 5 büyük nükleer kaza yaşandı. Özellikle Çernobil kazasında yüzbinlerce kişi hayatını kaybetti, kaybetmeye devam ediyor. Afrika’nın herhangi bir ülkesinde kurulacak olan nükleer enerji üretim sahasında, olası bir kazada binlerce kişi ölebilir, Afrika’nın doğası ve dokusu da zarar görebilir. Bu da on binlerce bitki ve hayvan türünün kaybı anlamına gelir.
İnsansı yapılar, iklimi değiştirir. Barajlar bile bir bölgenin ikliminin değişiminde etkili olabiliyor. Örneğin Hendese Barajının yapılması Etiyopya’da düzensiz yağışların başlamasına, aşırı sıcaklardan ötürü açlık, kıtlık gibi felaketlerin ortaya çıkmasına neden oldu.
Birkaç Afrika ülkesi hariç Afrika’nın genelinde güvenlik sorunu, terör faaliyetleri, etnik ve dini çatışmalar var. Nükleer enerji santralleri, terör faaliyetlerinin açık çatışma alanları haline gelecek. Nasıl Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde barış adına yabancı şirketleri, BM Barış Gücü askerleri koruyorsa, bu enerji santrallerini korumak için daha fazla paralı yabancı askere ihtiyaç duyulacak ve Afrika giderek içinden çıkılmaz bir şiddet sarmalına sürüklenecek.
Nükleer enerji, Afrika’nın şirketler vasıtasıyla küresel güçlere bağımlılığını artıracak ve bağımsız bir enerji varlığından söz edilemeyecek. Rusya, Çin ve Fransa bu konuda oldukça başarılı. Rusya, Afrika’da eski varlığına nükleer enerji ile bir şekilde dönebilecek ve etkisi daha da artacak.
Nükleer atık da Afrika’da önemli bir sorun olacak ve santrallerde kullanılan sıcak suyun okyanuslara, nehirlere, göllere boşaltılması başta insan olmak üzere diğer canlıların ölmesine radyasyon sonucu değişik hastalıkların çıkmasına zemin hazırlayacak. Japonların Somali körfezine fabrika atıklarını boşatması sonucu deniz ürünleri telef olmuş, geçimini balıkçılıkla sağlayanlar terör faaliyetlerine ve korsanlığa yönelmişti. Bunun yanı sıra nükleer enerji üretmek için ihtiyaç duyulan, uranyum yeni iç savaşları da tetikleyecek. Uranyum işletmeciliği ve taşımacılığı Afrika’da sürekli bir sorun oldu, sabotaja ve saldırıya hedef haline geldi.
Afrika’nın tabi ki, iyi bir hayat yaşamaya hakkı var fakat önemli olan, sağlıklı bir hayat yaşamak. Hayatı akışına bırakmak her zaman çözüm olmuş, tabiata müdahale etmek, daima yeni ve önlenmez sorunların çıkmasına zemin hazırlamış.
Afrika insanının, enerji ihtiyacının nükleer enerjiden karşılanması bir çözüm değil. Afrika’nın suları ve fosil yakıtları enerji ihtiyacını karşılayabilir. Zambiya’nın yıllık bütçesinin 11 milyar dolar olduğu düşünülürse, kapsamlı bir enerji santrali için ihtiyaç duyacağı rakam 27 milyar dolar. Bu yeni bir yoksulluk ve yoksunluk demek. Afrika nükleer enerji havarilerinin isteğine boyun eğmemeli, Afrika’nın geleceğinin yalnız kendi ellerinde olduğunu idrak etmeli.
Afrika’nın nükleere ihtiyacı var mı?
