Geçenlerde İtalya başbakan yardımcıları, Fransa’yı Afrika’nın zenginliklerini çalmakla tahrip etmekle suçlamışlardı. Şüphesiz karşılıklı bu suçlamalar Afrika’nın ne kadar zengin olduğunun da itiraf edilmesiydi. Afrika zengindi, yoksul değildi, açlıktan fakirlikten ölen insanlar yoktu; ta ki Avrupalılar kıtaya ayak basıncaya kadar.
Bugün Gana, Benin, Togo’nun bulunduğu kısım “altın sahili” olarak biliniyordu. Çünkü bu bölge 6. yüzyıldan 15. asra kadar dünyada altının merkezi olarak biliniyordu. Bizim kaynaklarda “Bilad es-Sudan” yani Siyahların Ülkesi olarak geçen Batı ve Orta Afrika altın üretiminin ve ticaretinin yapıldığı önemli bir merkezdi. 7. Yüzyıldan sonra bu bölgelere İslam’ın gelmesi ile birlikte Kuzey ve Batı Afrika arasında altına dayalı önemli bir hareketlilik yaşanmıştı, hatta Romalılardan sonra ilk kez kuzeyli ve güneyli Afrikalılar birbirleri ile altın ticareti sayesinde temas kurmuşlardı.
Abbasilerin meşhur coğrafya âlimi Fezarî bile, Gana’nın dünyanın en zengin ülkesi olduğunu söylüyor, Müslümanların bu bölgeye yayılması gerektiğinden bahsediyordu. Hatta Gana’daki altın zenginliği o kadar artmıştı ki, Fas’taki Müslüman devletler dünyanın en zengini kabul ettikleri Gana hükümdarına ticaretin geliştirilmesi için, ipek, baharat, tuz ile demir ve bakırdan yapılmış süs ve ev eşyaları göndermekteydiler.
Ganalı siyah Afrikalıların ihtiyaç duyduğu daha çok tuzdu, berberi tüccarların ise altındı. Karşılıklı değiş tokuşlar oluyor, dönemin Gana hükümdarı ilk kez altından para bastırıyor ve bu altın para Yorubaların yaşadığı Nijerya’dan Mısır’a kadar çok geniş bir bölgede kullanılıyordu.
Tüccarlar sayesinde İslam 9.yüzyılda Gana’nın sahil şehirlerine kadar yayıldı ve ilk camiler bu dönemde yapılmaya başlandı. Hatta o zamanki Gana’nın başkenti Kumbi Salah şehrinde azımsanmayacak sayıda Müslüman nüfus vardı. Fakat Murabıtların Fas’ta iktidarı devralması ile Gana’daki İslam ilerleyişi ve altın ticareti de durdu. Murabıtlar Ganalıların altınlarından çok insanları köleleştirmekle ilgileniyor ve şiddetli çatışmaların çıkmasına zemin hazırlıyorlardı.
Gana bir süre sonra çöktü ve yıkıldı ama Murabıtlar da hiçbir zaman bölgeye hâkim olmadılar. Gana’da Müslümanlara yönelik bir katliam yaşandı. Müslümanlar altın sahillerinden daha iç kesimlere Mali, Kidal gibi bölgelere kaçtılar. Bu kaçış yine bir İslam imparatorluğunun da kurulmasını sağladı. Sundiata adındaki bir lider etrafında toplanan Müslümanlar Mali krallığının temellerini attılar.
Mali’deki Niani şehrini kendilerine merkez yaptılar, bu şehir aynı zamanda altının çıkarıldığı Bure harabelerin bulunduğu bölgeydi. Altın ticareti tekrar canlandı ve Kuzey ve Batı Afrika arasındaki yollar ticaret merkezlerine dönüştü. Mali kısa bir sürede dünyanın en zengin devletine dönüştü altınları sayesinde. Bölgenin etnisitesini oluşturan Hausa-Fulani yerlileri bu dönemde Müslüman oldular ve İslam Senegal’den Sudan’a kadar tekrar yayıldı.
Mansa Musa adında meşhur Malili hükümdar 100’den fazla deveye yüklediği altınlarla Kahire üzerinden Hac görevini yerine getirmek için Arabistan’a gitti. Yol boyunca karşılaştığı insanlara altınlarını dağıttı, Kahire’ye geldiğinde bile 70 deve yükü altını bulunuyordu. Mansa Musa’nın bu yolculuğu ticareti canlandırmış bölge ekonomilerinin güçlenmesini sağlamıştı.
Mali’deki İslam ülkesi bir süre sonra Tevarikler tarafından yıkıldı ama zamanımıza kadar gelen sömürgecilerin dahi yok edemediği Timbuktu şehrini miras olarak bıraktı. Timbuktu şehri yaklaşık 300 yüzyıl Afrika’nın en önemli eğitim ve kültür merkezlerinden biri oldu.
Avrupalılar altını ele geçirmek için Sahra’nın güneyindeki el Mina şehrine geldiler. Burada İslam kültürüne ait ne varsa yakıp yıktılar; bu şehri, altın ve köle ticaretinin merkezi yaptılar. Gana’daki Asante krallığının başkentindeki altın ev olarak bilinen son Asenta kralına ait evin parçalarını ve altın tahtı Avrupa’ya götürdüler. Fransa da Mali’de aynısını yaptı ve Mali’de ne kadar altın varsa Paris’e taşıdı.
19 yüzyılda altının Güney Afrika’nın Kimberley ve Johanesburg şehirlerinde bulunmasından sonra yeni bir sömürgecilik dalgası başladı. Daha önce çiftçiler ve yerleşimciler olarak Afrika’ya gelen Avrupalılar, bu kez altın madenlerini gasp etmek için geldiler. Tanzanya’da Dodoma şehrinin altın rezervini keşfeden İngilizler, Gana’dan Cape sahillerinde, oradan da Tanzanya’ya uzanan bir altın ticaret yolunu kurdular.
Bugün altın rezervine sahip ülkeler olarak da karşımıza yine Afrika ülkeleri çıkmaktadır. Güney Afrika, altın rezervi bakımından 157 tonla birinci sırada iken Mali, Tanzanya ve Burkina Faso yaklaşık ellişer ton rezervleri ile peşinden gelmekteler.
Mali’deki en önemli gelir altın madenlerinden gelirken bu madenlerin yalnız yüzde 5-6’sı Mali devletine gitmektedir. Geri kalan kısmını ise Kanadalı ve Fransız şirketler kendi aralarında paylaşmaktalar. Burkina Faso’da ise 48 tonluk altın rezervinin sadece yüzde 3,7’lik kısmı Burkina Faso hazinesine gitmekte. Geri kalan kısmı ise Fransa’ya taşınmakta. Altından elde edilen gelirler halka yansımamakta özellikle savunma için harcanmakta.
Güney Afrika’da altın madenlerinde çalışan işçilerin sayısı toplam 18 bin. Bu işçilerin aylık geliri ise 8 ile 13 bin Rand arasında değişmekte yani 600 ile 1000 dolar arasında. Mali’de ise yalnız 4 bine yakın yerel kişi maden ocaklarında çalışmakta. Gana’da ise bu rakam 17 bin civarında. Tanzanya’da ise 7 bin. Altın madenlerini son yıllarda Gana ve Tanzanya’da Çinli şirketler işletmeye başladı, işçilerini ise yerel halktan değil Çin’den getirdikleri işçilerden seçiyorlar.
Afrika’da altın madenleri hâlâ sömürgeci güçler tarafından işletilmekte. Mesela Fransa gibi ülkeler bu madenlerdeki güvenliklerini sağlamak için diğer Afrika ülkelerinden ya da Fransa’dan asker getiriyorlar. Altının Afrika’nın zenginleşmesine bir katkısı olmazken bu zenginlik maalesef sömürgeci güçlerin kasalarına gidiyor.
Altın üretiminin Afrika’da diğer bir sorunu ise özellikle Çinlilerin kaçak maden işletmeciliğinin yaygınlaşması. Siyanür kullanılması hem insan sağlığına hem de çevreye zarar vermekte.
Altın bugün hâlâ bir sömürgeleştirme biçimidir. Bu sömürgeleştirmeye yerel yönetimlerin tepki vermemesi ise dikkat çekilmesi gereken bir konudur. Çünkü tepki verdiklerinde Zimbabwe ile aynı akıbete uğrayacaklarının farkındalar. Zimbabwe altın ve elmas madenlerinin çıkarılmasını yabancı şirketlerden alarak yerlilere vermiş başta İngiltere olmak üzere sömürgeci güçlerin ekonomik ambargolarına maruz kalmıştı.
Afrika ne zaman kendi altınlarına sahip çıkabilecek bir yeterliliğe ulaşırsa, işte o zaman gerçek bağımsızlığından söz edilebilir.