Afrika’dan Suriye’ye bakış

Suriye’de iç savaş başladıktan bir süre sonra Güney Afrika’ya gitmiştim. İlk zamanlar Güney Afrika başta olmak üzere diğer Afrika ülkeleri de Suriye’de yaşananlarla fazla ilgilenmiyordu. Ortadoğu’daki istikrarsızlığın bir devamı gibi görüyorlardı. Fakat iki etken Afrika’nın Suriye ile ilgilenmesinin yolunu açtı. Biri DEAŞ terörünün ortaya çıkması diğeri İran’ın yaptığı Suriye propagandası.
Genellikle Afrikalılar, yaşadıkları köklü sorunlar nedeniyle dünyadaki gelişmelerle fazla ilgilenmeseler de, Müslüman olanların Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde yaşanan gelişmeleri takip etme istekleri vardır. Katar televizyonu el Cezire onlar için neredeyse bir başvuru kaynağıdır. İslam dünyası kabul ettikleri bu bölgeleri İngilizce ve Arapça olarak takip ederler. Uluslararası yayın yapan İran televizyonu Press TV de İngilizcesi olanlar için alternatif bir başvuru kaynağıdır haberlerde.
DEAŞ terörünün ortaya çıkması, uzun süredir iç savaş ve şiddet olaylarının devam ettiği Somali, Nijerya gibi ülkelerde tedirginlik ortaya çıkardı. Özellikle Nijerya, Nijer, Mali, Somali’den gençler Suriye’deki iç savaşa katılmak için gidiyorlardı. O yıllarda Güney Afrika’da Müslüman olan bir rap sanatçısının daha sonra Suriye’ye gidip, orada öldüğü haberine tanık olmuştum. Bir keresinde yine yeni Müslüman olmuş bir genç kız Suriye’ye gitmek üzereyken Cape Town havaalanında yakalanmış, ailesine teslim edilmişti. Aslında Güney Afrika gençliği internet üzerinden yayın yapan DEAŞ propagandasına alet ediliyor, “cihat” için gittiklerini sanıyorlardı. Bir müddet sonra DEAŞ terörünün niyeti anlaşılınca, artık giden de olmadı.
Somali, Kenya, Mozambik ve Batı Afrika hattında ise DEAŞ hala bir cazibe merkezi olarak görülüyordu. Bölgedeki eş Şebab ve diğer grupların daha pasif kaldığını düşünen gençler Suriye’ye gitmeye başladılar. Çok sayıda doğu Afrikalı DEAŞ terörüne kurban gitti ve bedenlerini Suriye’de bıraktılar. Ülkelerine dönenler ise kendi yaşadıkları bölgelerde hücresel DEAŞ benzeri örgütler kurmaya kalkıştılar.
Mozambik’in kuzey bölgelerinde camilere, kiliselere, marketlere saldırılar düzenlendi ve çok sayıda kişi hayatını kaybetti. Somali’de ise DEAŞ Suriye’de yaptığı gibi yine Müslümanlara saldırdı ve Somali’de anlamsız bir savaşın figürü haline geldiler.
Nijerya’da eli kanlı örgüt Boko Haram DEAŞ’la ittifak kurduğunu ve DEAŞ’ın sözde liderini halife olarak kabul ettiklerini açıkladılar. Afrika giderek Suriye için terörist ihraç eden bir bölge haline geldi.
Oysaki Afrika halkları yüzyıllardır, sömürge döneminde bile teröre bulaşmamış, direnişle özgürlük ve bağımsızlıklarına kavuşmuşlardı. İslami hareketlerin etkili olduğu birçok ülkede direniş Müslümanlar tarafından yapıldığı için, Müslüman gruplara karşı sempati ile bakılırdı. Fakat başta DEAŞ olmak üzere teröre kaynaklık eden gruplar sayesinde bir kirlenme yaşandı ve direniş hareketleri varlıklarını devam ettirebilmek için teröre bulaşır hale geldiler.
İran’ın Afrika’daki çalışmaları Suudi karşıtlığı üzerine kuruludur. Hala Tanzanya, Kenya, Gana, Nijerya gibi ülkelerde İslami konulardaki tartışmaların Şii-Vahhabi çekişmesi üzerinden gittiğini görürsünüz. Fakat İran, Suriye’de yaşananlarla ilgili Suudi Arabistan’dan ziyade Türkiye’yi kendine rakip olarak görmeye başladı. Güney Afrika’da İslami çizgide yayın yapan bir radyonun düzenlediği medya konulu bir panele davet edilmiştik. Konuşmacılardan Press TV’nin Afrika sorumlularından bir yönetici, konunun medya ile ilgisi olmadığı halde Suriye’de yaşananlara getirmişti. İranlı gazeteci Suriye’de yaşananlarla ilgili ne İsrail’i ne ABD’yi ne de Suudi Arabistan’ı suçluyordu. Hedefinde Türkiye vardı ve Suriye’de yaşananların sorumlusu olarak Türkiye’yi görüyordu. Paneli yöneten moderatör “Peki Türkiye’yi suçluyor, İran’ın Suriye’ye barış getirmek istediğini söylüyorsunuz da, neden Suriyeli mülteciler İran’a gitmek yerine akın akın Türkiye’ye gidiyor?” demişti. İranlı gazeteci bu soru karşısında bizim de kendisine tepki göstermemiz nedeniyle salonu terk etmek zorunda kalmıştı.
Afrika insanı hassastır, duyarlıdır, yoksun ve yoksul olmasına rağmen yine de kendisinden daha zor hayat yaşayanları düşünür. Mozambik, Güney Afrika, Tanzanya, Sudan, Gana, Fildişi Sahili’nden birçok yardım kuruluşu Suriye’ye insani yardım götürdü ve özellikle Müslümanlara ait sivil toplum kuruluşları mültecilerin hayatlarını iyileştirmek için adımlar attılar ve Ürdün’deki mülteci kamplarına yardım ulaştırdılar.
Doğu Afrika’daki yönetimler, Suriye’de yaşananlara İran’ın etkisiyle baktılar, Frankofon Afrika ülkelerinde ise daha çok Fransızların yönlendirmeleri kabul gördü. Sudan, Somali, Nijer, Güney Afrika gibi ülkeler ise insani açıdan bakarak Suriye’yi dış güçlerin bir paylaşım alanı olarak gördüler.
Afrika ülkelerinde de çok sayıda Suriyeli göçmen bulunmaktadır. Zalim Esed yönetimine karşı iç savaşın başlamasından sonra ekonomik durumu iyi olan Suriyeliler, Afrika ülkelerine gelerek, restoran işletmeciliği yaptılar. Müslümanların yoğun yaşadığı yerlerde tercümanlık, öğretmenlik, öğretim görevliliği yapanlar oldu. 2015’ten sonra ise Sudan ve Etiyopya’ya 10 bine yakın Suriyeli mülteci geldi. Sudanlılar, Suriyelileri kardeş kabul ettiler ve zor zamanlarda onlara destek vermeye devam ettiler. Fakat Etiyopya’da çok zor şartlarda hayatlarını ikame etmeye çalıştılar ve dilencilik, hırsızlık hatta fuhuş yapmaya zorlandılar.
Suriye’de yaşananlar her şeyden önce bir insanlık dramı. Afrikalıların yaşadıkları da aslında Suriyelilerin hayatlarından farksız. Fakat zorlukları aşmanın yolu onları düşman, istenmeyen kimseler olarak görmek değil, beraberce güçlüklerle mücadele etmekten geçmeli. Afrikalı yöneticiler henüz Suriye’de yaşananları yeterince anlamış değil, terör gruplarının, Suriyeli veya İranlı diplomatlar ile Batılıların bakışları ile Suriye’yi anlamak eksik ve yanlış bir bilgilendirmedir. Suriye halkı için gerek sınırlarımızda gerek Suriye’de gerekse Afrika’da yapacağımız çok iş var demektir.