Suudi Arabistan’da Suud vatandaşı Şii bir din adamının idam edilmesiyle iki ülke arasındaki siyasi krize şahit olduk geçen hafta. Kriz bu ülkelerle sınırlı kalmadığı gibi bölgesel konjonktürel bir gerginliğe de yol açtı. Katar, Kuveyt, Cibuti, Sudan, BAE, Suudi Arabistan’ın yanında yer alarak diplomatik ilişkilerini azalttılar. Bazı yorumcular iki ülke arasındaki gerginliğin Şii-Sünni çatışmasına dönüşebileceğini iddia etseler de, mezhepsel kaygılarında samimi olmaktan ziyade stratejik ve siyasi amaçlarını meşrulaştırmak için kullandıkları bir yol olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Her iki ülkenin de mezhepçiliği birbirlerine karşı kullandıklarına yönelik çok sayıda tarihi tecrübe var. Özellikle Afrika’da bu girişimlerinin örneğini görebiliriz. Fakat burada çok ince bir ayrıntı var. Her iki ülke de mezhepçilik yaparken kendi dini ideolojilerine yönelik bir dil kullanıyorlar. Suudi Arabistan, selefi çatışmacı bir dil kullanırken İran, özellikle İmamiye Şiacılığının savunuculuğuna ve yayılmacılığına soyunuyor Afrika’da.
İran ve Suudi Arabistan’ın Afrika’daki etkilerinin 1970’li yıllarda başladığını söyleyebiliriz. Suudi Arabistan, Afrikalı Müslümanlar için kutsal beldelerin bulunması açısından sürekli bir cazibe merkeziydi. Sudan, Cibuti, Somali, Senegal, Mali, Güney Afrika Müslümanları açısından Suudi Arabistan’ın saygın bir yeri vardı. Suudi Arabistan da bu ülkelere ilgisiz kalmamış, özellikle yardım ve eğitim üzerinden ilişkilerini geliştirmeye başlamıştı. Somali, Sudan ve Mali’de yaşanan kuraklıklara Müslüman ülkelerden ilk yardımlar Suudi Arabistan’dan gitmişti. Somali, Suudi Arabistan’la ekonomik ilişkilerini en fazla geliştiren Afrika ülkesiydi. Suudi Arabistan aynı zamanda Mali, Çad, Sudan, Tanzanyalı Müslüman öğrenciler açısından da bir çekim merkeziydi. Binlerce öğrenci dini eğitim almak için Suudi Arabistan’a gidiyordu.
İdi Amin döneminde Uganda’nın en önemli müttefiklerinden biri olan Suudi Arabistan, bu ülkenin alt yapısının geliştirilmesinde cami, okul, hastane gibi kuruluşlar açarak iki ülke arasında köprüler kurmuştu. İdi Amin devrildikten sonra, vefat edinceye kadar da Suudi Arabistan’da yaşamıştı.
Sudan’la Hasan Turabi’nin etkili olduğu döneme kadar ilişkilerini belirli seviyede tutan Suudi Arabistan, Turabi etkisinde Sudan’ın İslami hareketlerle diyalog sürecini başlatması ile ilişkiler gerginleşmiş, Suud yönetimi bir ara büyükelçisini Sudan’dan çekme kararı almıştı.
Cibuti de Suud yönetiminin Afrika boynuzundaki müttefik ülkelerinden biridir. Cibuti yöneticilerinin çoğunun Arap olması ve stratejik bir konumda olmasından dolayı Suudi Arabistan, petrolden elde ettiği gelirlerle bu ülkeyi ekonomik olarak destekleyen ülkelerden biri olmuştu.
Afrika’nın İran’a ilgisi 1970’li yılların sonralarında başlamıştı. İran devrimini birçok Afrika ülkesi desteklemiş, direniş hareketleri açısından Sovyetlerin boşluğunu İran doldurmuştu. Apartheide karşı mücadele eden siyahların Ortadoğu’daki temsilcisi İran’dı. İran devrimi Sudan, Çad, Güney Afrika ve Nijeryalı Müslümanları derinden etkilemişti. Hatta Nijerya’da Şiilik, Müslümanlar için bir çekim merkezine dönüşerek birçok Sünni Müslüman Şii olmuştu.
ABD ve Fransa kolonyalistinin etkisinde olan Afrika yönetimlerinin İran’a daima soğuk baktıkları görülmekle birlikte Kenya, Zimbabwe ve apartheid sonrası Güney Afrika yönetimleri İran’la ilişkilerini geliştirmişlerdir. Moritanya ve Senegal zaman zaman İran’ı iç ilişkilerine karışmakla suçlamış, birkaç kez İran büyükelçisini sınır dışı etme kararı bile almıştı.
Bugüne geldiğimizde ise İran’ın Afrika ile ilişkilerine mezhepsel yaklaşımlarının devam etmesinin yanı sıra Afrika’ya siyasi bir şekilde nüfuz ederek siyasi ve ekonomik çıkarlarıyla birlikte stratejik hedeflerini sürdürmeye yönelik bir çabada olduğu görülüyor. İran’ın Afrika’da Çin ve Rusya ile de işbirliği yaparak özellikle Doğu Afrika’da ABD ve diğer batı ülkelerine karşı birlikte hareket ediyor. Zimbabwe ve Eritre’nin, İran ve İsrail arasında var olmadığı sanılan ilişkilerine arabuluculuk yaptıkları iddia ediliyor. Eritre ve Etiyopya iki düşman ülke olmalarına rağmen aralarındaki tek bağın İran olduğunu söylemek mümkün.
İran’ın, Bab al Mandep’deki deniz üssünün Aden körfezinde Suriye’ye silah gönderdiği iddiaları da var. İran’ın bölgede askeri olarak bulunduğu birkaç senenin konusu değil. Uzun bir süredir Sudan, Eritre ile askeri tatbikatlar yaptığı biliniyor. Fakat Sudan devlet başkanı Beşir son bir yılda İran ile arasına mesafe koymuş, İran’ın bölgeye askeri olarak yerleşmesinin tehlikeli olabileceğini söylemişti.
Suudi Arabistan da İran gibi bölgede stratejik hedefler peşinde koşuyor. Malili yetkililer Tuaregleri destekleyenler arasında Suudi kökenli işadamları olduğunu iddia etmişlerdi. Mali’de faaliyet gösteren Ensaruddin grubunun Katar ve Suudi Arabistan tarafından finanse edildiği çok kez söylendi. Somali’de selefi grupların hatta Nijerya’da Boko Haram’a yardım edenlerin Suud kökenli işadamları olduğu ifade ediliyordu. Hatta Boko Haram’ın kurucusu Muhammed Yusuf’un Suudi Arabistan’da eğitim aldığı AFRİCOM tarafından da iddia edilmişti.
İran ve Suudi Arabistan Afrika’da yıllardır bir çekişme içinde. İran bu çekişmede mezhepsel kaygılarını da öne çıkararak Afrika’da İran’ın misyonerliğini yapacak bir topluluk kurmak istiyordu. Suudi Arabistan ise selefi gruplara destek çıkarak bölgenin geleneğindeki Sufi İslamı ortadan kaldırmaya çalışıyor. 20 yıl öncesine kadar batı Afrika’da Selefilerin sayısı çok azken, bugün gençlerin önemli bir bölümü Selefiliği kabul etmiş durumda. Somali’de Sünni gelenek güçlü iken buna en büyük darbeyi yine Suudi Arabistan indirmiştir. Geleneksel Sünni hareketler yerlerini Suud âlimlerinin öğreticiliğini yaptığı Selefiliğe bırakmıştır.
Her iki ülke de Afrika’da Müslümanlar arasında tevhidi sağlamaktan ziyade parçalanmasını bölünmesini, birbirlerini düşman olarak görmesini sağlayan adımlar attılar. Müslümanlar Afrika’da birbirlerini öldürüyor birbirlerine karşı silah çeviriyorlarsa bunun müsebbibi sadece Batılılar değil, aynı zamanda bu iki ülkenin uyguladığı nüfuz etme politikaları. Zaman bize bu iki ülke arasındaki rekabetin sadece Ortadoğu’da değil Afrika’da da devam edeceğini gösterecek. Fakat bu çekişme şimdiden Afrika’da gerginlikten çatışmaya dönüştü bile…