Ağız ucuyla “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” deyip geçecek olursak, bu, aslında çok derinden gelen toplumsal bir erozyonun ya farkında olmadığımızın ya da farkındalığımıza rağmen geleceğimizi mahvedecek kahrolası bir umursamazlığın esiri olduğumuzun delilidir.
Hucurat Suresi’nin 13. ayetinde Cenab-ı Allah şöyle buyurur:
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah’ın yanında en değerli ve en üstününüz O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır.”
İnancımıza göre, bir erkek ve bir dişi olarak yaratılışımızın da milletlere, kabilelere ayrılışımızın da bir anlamı vardır. Ayet-i Kerimede geçen ‘tanışasınız diye’ tâbirinin bu minvalde altını çizmek isterim. Birbirleri ile aynı olanların birbirleriyle tanışmalarına gerek yoktur. Tanışmanın olmazsa olmazlarından biri farklılıklarımızdır, sanıldığının aksine.
Bugünkü yazımı Aile Akademisi Derneği’nin bir çalışmasından büyük ölçüde istifade ederek yazma niyetindeyim.
Feminizmin etki alanının sanıldığının aksine sadece kadın hakları mevzuunda olmadığını artık görmemiz gerekiyor. Uluslararası ilişkilerin, iç siyasetin, toplumsal davranışların biçimlendiricisi olarak her türlü medyanın, kurum kültürlerinin bir parçasıdır artık. Ve aslında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği denilen husus ekonomik ve politik birtakım hedefleri olan uzun soluklu bir çalışmanın adıdır. Yerel ve global politikaların şekillenmesinde, uluslararası sözleşmelerin tesisinde ve hukuk sistemlerinin değişimlerinde görebiliriz bunu.
Bana göre önümüzdeki yıllarda giderek artan bir biçimde başat problemi olacak olan feministler, biyolojik cinsiyet hususunu doğumla beraber bir kenara bırakarak sonradan kazanılan toplumsal cinsiyet üzerine yoğunlaşmaktadır. Onlara göre kadınlık ve erkeklik davranışları yeniden kurgulanıp elbette değiştirilebilir, kadınlar erkeklik rolünü, erkekler de kadınlık rolünü pekâlâ üstlenebilirler.
Feminist hareketler üzerinden temellendirilen Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’nin savunucuları değer yargılarının, örf ve adetlerin, dinin kadın/erkek ayrımcılığının esas kaynağı olduğu tezini gündeminin ana konusu yapmışlardır. Ve elbette aile bir tehdittir. Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini ülke gündemine aldırmayı başaranların temel fikirlerinden biri de mesela, 18 yaş altı evliliklere karşı çıkarken 15-18 yaş arasındaki rızaya dayalı cinsel ilişkiyi desteklemektir.
Hedef, aile fikrinin bizatihi kendisidir. Biyolojik cinsiyetten farklı olarak, heteroseksüel, homoseksüel ve biseksüellik gibi üç farklı cinsel yönelime toplumun tüm fertlerini alıştırmak için yapılmadık neredeyse hiçbir şey kalmamıştır.
Bütün bu Toplumsal Cinsiyet Eşitliği faaliyetlerinin pek çok batılı devlet, hem de pek çok batılı uluslararası kurum tarafından desteklendiğini (Almanya Büyükelçiliği, ABD Büyükelçiliği, Avrupa Birliği, Ford Vakfı, Rockefeller Vakfı, Fransa Büyükelçiliği, İsviçre Büyükelçiliği, Soros Vakfı, Norveç Büyükelçiliği, Danimarka Büyükelçiliği gibi), yerelde de TÜSİAD gibi bir kuruluşun adeta sürece öncülük ettiğini göz önüne aldığımızda hadisenin bir başka boyutu da ortaya çıkacaktır.
Yazının bu kısmında, Aile Akademisi Derneği’nin ’10 Maddede Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Nedir’ isimli çalışmasının (https://bit.ly/2Rp7MqT) sonuç kısmında yer alan bazı maddelere de yer vermek isterim.
Ülkemizde “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” temel bir politika olmasına rağmen, bu kavramın ne anlama geldiğiyle, toplumsal sonuçları ve değerlerimizde yaratacağı erozyonla pek ilgilenilmemektedir.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine dayalı politikalar erkek ve kadını birbirine karşı rekabete yöneltmekte ve çatışma dilini kullanmaktadır.
Kendi kültür ve medeniyet kodlarına uygun olmayan ve muhtevası tam irdelenmeden ve de araştırılmadan uygulanan politikalar kadına yönelik sorunları çözmeyecek, bilakis artıracaktır. Nitekim İstanbul Sözleşmesi’nin imzalandığı 2011 yılından bu yana kadın cinayetleri giderek artmaktadır.
Toplumsal cinsiyet gelenek/örf/din gibi kaynakları “ayrımcılık” üreten bir tehdit olarak tanımlayıp, çocuğun, Batılı feminist ve LGBTİ lobisinin kadınlık ve erkeklik anlayışına göre yetişmesine hizmet edecektir. Böylelikle toplumun tamamı sömürüye açık hale gelecek, bu sömürüye direnme odakları devreden çıkarılacaktır. Böylelikle yeni yetişecek nesiller seküler, hedonist, materyalist değerler sistemini içselleştirmiş, kendi değerlerine yabancılaşmış şekilde yetişecektir.
TCE’yi esas alan tüm yasal anlaşmalardan ve çalışmalardan bir an önce vazgeçilmelidir. Nitekim Hırvatistan’da İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması geniş ölçekli tepkilerle karşılanmış, Macaristan, üniversitelerdeki toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmaları programını yasaklamış, Bulgaristan Anayasa Mahkemesi ise İstanbul Sözleşmesi’nin anayasaya aykırı olduğuna karar vermiştir.
Cinsiyet ayrımcılığının kaldırılmasının yolu kadının erkeklik, erkeğin de kadınlık rollerine yaklaştırılması değildir. Bu, cinsiyet ayrımcılığının değil, cinsiyetler arasındaki farklılığın kaldırılmasına hizmet eder. Erkeğin de kadının da yapabileceği ortak iş, görev ve roller olduğu gibi cinsiyet farklılıklarından kaynaklı olarak her bir cinsiyetin daha kolay ve doğasına uygun iş ve görevlerin de söz konusu olabileceği hesaba katılmalıdır.
Kendi değer ve medeniyetimize dayalı olarak kadının ve erkeğin uğradığı haksızlıkların önüne geçecek teoriler, modeller geliştirilmeli ve bunların uygulama alanları geliştirilmelidir.
Sonuç olarak, toplumun tüm fertleri, birbirlerinden ve tüm aidiyetlerinden koparılarak yalnızlaştırılan, bu yönüyle birbirine yabancılaştırılan bir ‘tür’ üretimi projesi ile karşı karşıyayız. Aile ortadan kaldırılmak istenmektedir. Toplumun değerler sistemi ile bariz bir biçimde oynanmaktadır. İnsanın evlilik müessesine olan ihtiyacı önemsizleştirilmekte, buna mukabil, tekil insanın bir başkasına olan ihtiyacı tamamen ‘cinsel ilişki’ ile sınırlandırılmaktadır. İnsan gittikçe her türlü ‘kullanıma’ müsait hale getirilmektedir. Bu ise insanın dönüştürülmesi projesidir ve yeni bir sömürü biçimidir.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği belasının bertaraf edilmesi hususunda Müslüman kamuoyuna düşen birtakım vazifeler olduğu aşikardır. Ve elbette, acilen, “toplumsal cinsiyet eşitliğinden ‘eve dönüş’ yasası” çıkarılması artık kaçınılmazdır. Bunu söylerken, bir ucuzluğa kaçarak kadınların eve dönmesi gerektiğinden filan bahsetmiyorum. Ben, gittikçe popüler bir hal alan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği fikrinden kaçarak topyekûn eve, yani aile fikrine dönüşten bahsediyorum, sanırım anlaşılmıştır. Vesselam.