FETÖ’nün lideri, 246 kişinin şehit olduğu başarısız darbe girişiminin planlayıcısı olan Fethullah Gülen, yakın geçmişte “Kırk yılda ördüğüm hırkayı Erdoğan’a giydirmem” dediğinde, hemen herkes hırka – imkan eşitlemesi üzerinde durup, yıl sayısının önemini (mecazi görerek) ıskaladı.
Çünkü Nurculuk hareketinden beslenerek ve bilahare ondan koparak gelen Gülen, 1970’te Milli Nizam Partisi’nin kurulmasına bağlı olarak ABD tarafından oluşturulmuş çok uzun vadeli planın ilk yüklenicisiydi.
Burada “Nurculuk hareketi” vurgusunda bulunmamın nedeni şudur:
Nurculuk hareketi, anti Kemalist, anti materyalist ve antikomünist bir anlayışın dini içerikli bir söylem üzerine yapılandırılmasıyla maruftur.
Diğer bir ifadeyle, Nurculuğun kapitalizme, sömürgecilere, dünyayı kendi kıskaçlarına almaya çalışan İsevi ve Musevilere yönelttiği ciddi bir itiraz yoktur. Onun meselesi 40’lı yıllardan itibaren yükselişe geçen maddiyyun ile Komünistlerdir.
ABD’nin dikkatini çekmiş
Parlamento dışı muhalefeti benimsemiş olan bu hareket, siyasal partilerle ilişkisini lobi faaliyetine indirgemek suretiyle, var olan ve olabilecek her siyasi partiyle eşit bir mesafede durma ve dolayısıyla hepsiyle ilişki kurabilme tercihine göre şekillendirmiştir.
Ehl-i kitapla, kapitalizmle çatışmadığı için, onlara destek çıkma ve dolayısıyla dönüştürülebilme potansiyeliyle ABD’nin dikkatini çekmiş ve Müslümanların siyasal parti yoluyla mücadelede karar kılmasıyla birlikte kullanılmak üzere onun tarafından güdüm altına alınmıştır.
Öncelikle, Milli Nizam Partisi’ne katılan ya da destek veren Nurcuların tasfiyesi öncelenerek, yapı Yeni Asyacı, Okuyucu, Yazıcı vb. adlarıyla birkaç parçaya bölünmüş ve bunlarla irtibatlı bulunan ancak hiçbirinden olmayan Gülen, yukarıda zikrettiğim projenin doğrudan içine çekilmiştir.
Daha Erzurum’da medresede okurken, hocasını Atatürk aleyhine konuştuğu gerekçesiyle tutuklatan biri olarak Gülen, antikomünist öze sahip söz konusu hareket içinde ABD tarafından da konjonktüre bağlı olarak güvenilir ve kullanılabilir biri olarak görülmüş olmalıdır. Gülen’in hırka örme hikâyesi böyle başlamış, daha doğrusu böyle başlatılmıştır.
70’li yıllar, antikomünistlerin ordudan tasfiye edilmeye çalışıldığı yıllardı. Bu ABD’nin ve onun yönlendirmesindeki Gülen’in arayıp da bulamayacağı bir ortamdı. Yine de Gülen bu yıllarda malum hırkayı sessizce örmeyi seçerek ön plana fazla çıkmamıştır.
Kayıp imam
Gülen, asıl 12 Eylül darbesiyle birlikte hem ordu ile durumunu netleştirmiş hem de darbecilere yaslanarak yavaş yavaş görünürlüğe çıkmaya başlamıştır. 1984 yılında orduda, emniyette başlattığı sızma hareketine, 1986’da hakkındaki yakalama kararının kaldırılmasıyla hız vermiştir.
Gülen’in, Merhum Özal’ın dört eğilimci anlayışında kendi örgütüne müstahkem bir yer bulup, Nurculuk hareketini de kuşatan yeni, bağımsız ve faaliyetleri dış ülkelere taşan bir şemsiye hareketini somutlaştırması ise ancak 90’lı yıllarda mümkün olur.
Bu yıllar, sıkıyönetim tarafından aranan “kayıp imam” olarak, serbestçe vaizlik yapıp örgütüne maddi destek sağlayan Gülen’in, yine kendi örgütüyle, siyasal parti yoluyla varlık göstermeye çalışan Müslümanlar arasında en kalın hattı oluşturduğu yıllardır. Nitekim bu çabası 28 Şubat’la birlikte gerçek mecrasını bulur.
Muhbir ve akıl verici konumunda
Örgütünün kadın elemanlarını başörtülerinden soyarak, Erbakan’a yönelik, o günkü gazetelerce manşetlere taşınan “başaramadınız gidin” çağrısı yaparak darbecilere doğrudan destek veren Gülen, geri planda ise JİTEM’i kuran, BÇG’yi yöneten komutanlarla mektuplaşmak (ki bu mektupların taşıyıcısı eski Zaman gazetesinin yazarlarından biridir) suretiyle, kimi generaller için hem muhbirlik konumuna hem de akıl vericilik pozisyonuna oturmuştur.
Gülen’in ve elemanlarının geldiği nokta aynı zamanda: 1-Siyaset yoluyla din ve düşünce özgürlüğünü savunan İslami hareketi yalnızlaştırma, 2-Kendisini din adamı, bağlılarını da gerçek müminler gibi göstermek suretiyle mezkûr İslami harekete destek veren Müslümanları itibarsızlaştırma noktasıdır.
Ki bu nokta, ABD’nin dünya Müslümanlarını “siyasal İslamcılar, cihatçılar” olarak damgalayarak, arzuladığı parçalanmayı tesis etme, İslam dünyasına yaptığı ve yapacağı müdahaleleri meşru gösterme amaçlarıyla bağdaşan bir noktadır.
Bu süreçte Gülen’in Vatikan’la ilişki kurduğu, İsrail’le bağlantıya geçtiği ve “Diyalogçuluk” adı altında “Ehl-i Kitap” vurgusuyla İslam’ı, İseviliği ve Museviliği içkin olan yeni bir dini anlayışı kurgulamaya başladığı bilinen hususlardır.
Yine aynı süreçte sistemin (ya da devletin) değilse de Bülent Ecevit hükümetinin büyük desteğini alarak, yurt içindeki ve yurt dışındaki okullarının sayısını hızla artırarak, nüfuz ettiği alanını genişletmeye çalışmıştır.
Hillary Clinton’ın çabalarıyla ABD’de
O okullar, FETÖ örgütünün ilk yapıları da olmak bakımından, hangi öğrencinin askeri liseler ve harbiye başta olmak üzere nerede okuyacağının kararlaştırıldığı birimler haline getirilmiştir.
Böylece örgütün bir örümcek ağı gibi sistemi kuşatmasında ilk basamağı oluşturmuş; FETÖ’ye ticarette, medyada, iletişimde ve yayıncılıkta, emniyetli bir bahçe olma işlevi yüklenmiştir.
Zikredilen oluşumlarla, abartılı başarılarla, ABD’nin mezkur projesi sağlama alınınca, Gülen’in de proje merkezine çekilmesi gerekli hale gelmiştir.
Hillary Clinton’ın ABD yönetimini ikna etmesinin ardından, MOSAD’ın desteğiyle 1999’da ABD’ye alınan Gülen’e, Pensilvanya’nın Saylorsbur kasabasında, yaşaması ve proje çalışmalarını yürütmesi için büyük bir malikâne tahsis edilmiştir.
Türkiye’deki ve yurt dışındaki okulları, üniversiteleri, televizyonları, bankası, ticari şirketleri, ajansları, vakıfları, dernekleriyle ABD’nin istediği doğrultuda önce iktidara, sonra siyasal ve sosyal topluma istikamet çizebilecek bir güce erişen Gülen için yeni görevlerin kapısı da artık aralanmıştır.
Irak üzerinden Ortadoğu’yu işgale hazırlanan ABD, ırk ve mezhep çatışmalarıyla korkunçlaştıracağı, sevimsizleştireceği İslam’ın yerine ikame edilecek bir İslam anlayışının tesisinde Gülen’e ön verilmekle kalmamış, ayrıca Türkiye’deki duruma vaziyet edecek güvenilir yerli bir ele sahip olmuştur.
Böylece, Gülen’in ördüğü hırkanın hikâyesinde yeni bir sayfa açılmıştır.
FETÖ’nün orduda güçlenme operasyonları
Özal gibi dört eğilime yaslanan bir siyasi anlayışın lideri olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın, AK Parti’yi kurmasıyla, Gülen taraftarlarının oylarının da partisine yönelmesini istemesi kendi içinde son derece doğaldır.
Öte yandan Erdoğan, cami-kışla arasındaki ayrımı ortadan kaldırmanın gayreti içindedir. Bu konuda ikna edilmesi gereken taraf kışladır ve bunun hiç de kolay olmayacağı askerlerin hükümetle kurdukları mütereddit ilişkiden anlaşılabilmektedir.
Yine Erdoğan, Özal’dan sonraki koalisyonlarla büyük oranda bozulmuş hatta tahrip edilmiş bir sosyal toplumla, siyasal toplumu devralmıştır.
Bunlardan bakıldığında, cemaat vb. yapılarla karşı karşıya gelerek yeni bir çatışma ortamı üretmekten kaçınacağı malumdur.
Erdoğan’ın söz konusu zorunluluklarını ve hassasiyetlerini çok iyi okuyan Gülen, Ergenekon başta olmak üzere peş peşe gelen askeri davalarla, kendi örgütüne mensup olmayan yüksek kademeli subayların tasfiyesini, yine büyük oranda elemanlarının kökleştiği yargı kurumu yoluyla sağlamaya çalışmıştır.
Ergenekon ve bununla ilişkili diğer davalarda verilen kararlar Nisan 2016’da Yargıtay tarafından bozulmuştur bozulmasına ama mezkûr yolla ordudaki tayin terfi sistemi de FETÖ tarafından büyük oranda zedelenmiştir. Bunun 15 Temmuz başarısız darbe girişimindeki etkileri zaman içinde ancak aydınlatılabilecek ve anlaşılabilecektir.
Hakan Fidan ya da FETÖ tehlikesinin keşfi
Hakan Fidan’ın MİT Müsteşarlığı’na atanması, İsrail’in Mavi Marmara’ya saldırmasından sadece bir hafta öncedir.
Fidan yerli, vatansever ve cesur biri olmakla İsrail tarafından büyük bir memnuniyetsizlikle karşılanmıştır ki, bu memnuniyetsizlik İsrail’le olan sıkı ilişkileri nedeniyle FETÖ’nün de paylaştığı bir durumdur.
Erdoğan’ın 29 Ocak 2009 tarihindeki “One Minute” çıkışıyla sarsılan Türkiye-İsrail ilişkilerinin, İsrail’in Mavi Marmara’ya saldırmasıyla askıya alınması üzerine, Fidan’ın iki ülke ve dolayısıyla FETÖ ilişkilerindeki önemi daha da artmış olmalıdır.
Çünkü Hillary Clinton ABD’ye getirerek koruduğu ve kolladığı Gülen’e, Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzeltilmesini sağlamayı emrettiğinde, FETÖ liderinin şeytani aklı, hem Fidan’ı tasfiye etme hem de Erdoğan’ın gücünü kırma planında bir taşla iki kuşu vurma taktiğiyle çalışmış ve neticede 7 Şubat 2012’deki MİT kalkışması sahneye konulmuştur.
Bu olay FETÖ’nün gücüyle, devlet üzerindeki emelleriyle ve İsrail-ABD bağlantısıyla varlığının fark edilmesini beraberinde getirmiş ve böylece 15 Temmuz’daki başarısız darbeye uzanan yeni bir süreç başlamıştır.
Dersanelerin kapatılmasından Gezi eşkıya kalkışmasına
AK Parti iktidarının, ordunun da bu konudaki belge, bilgi ve hassasiyetlerini gözeterek, FETÖ’nün ilk planda zayıflatılması bakımından dershaneleri okullara dönüştürmek istemesi, devlet-FETÖ çatışmasını tümüyle açığa çıkarmıştır.
FETÖ medyası bu konuda, ahlaksız, şirret yayınlarıyla, asıl hedef olarak seçtiği Erdoğan’ı yıpratmaya çalışırken, FETÖ elemanları da Erdoğan’dan memnun olmayan kimi holding patronlarıyla ve illegal sol örgütlerle el ele vererek Haziran 2013’te Gezi kalkışmasını hazırlamışlardır.
Gezi olaylarında, ilk gün FETÖ’cü polisler tarafından adeta bir zulüm uygulanmış; iktidar bu durumu fark etmiş olmasına rağmen, ikinci dalga olarak terör örgütlerinin Gezi’dekilere yön vermesiyle, olayların kontrol altına alınması zaman almıştır.
Gezi eşkıya kalkışmasıyla, FETÖ’nün iktidara yani Erdoğan’a karşı PKK dahil hemen her muhalif, terörist grupla işbirliği yapabildiği gerçeği ortaya çıkarken, bunun ABD tarafından arzulanan bir durum olduğu da tescil edilmiştir.
Çünkü, Erdoğan’ın mazlum ve yoksul halklara olan desteğiyle İslam dünyasında kazandığı itibar, ABD’nin kendi kurduğu İslam tanımlı terör örgütleri yoluyla Müslümanları itibarsızlaştırma çabasına engel teşkil ettiği kadar, aynı zamanda ABD’nin bölgeye mahsus yeni harita oluşturma çabasına da engel teşkil etmeye başlamıştır. FETÖ’nün de tüm muhalefetini, var olan tüm gücünü Erdoğan’a yöneltmesi bu bakımdan da kaçınılmaz hale gelmiştir.
17/25 Aralık seçim ayarlı darbe kalkışması
Dolayısıyla FETÖ örgütü, yeni yapılacak olan mahalli seçimle, ilk defa halk oylarıyla seçilecek Cumhurbaşkanına gözünü dikmiştir.
Hedefte yine Erdoğan vardır. Onu yıpratabildiği takdirde AK Parti’yi doğrudan yıpratmış olacağını düşünen FETÖ, son tahlilde Erdoğan ve ailesini hedef alan seçim ayarlı yargı darbesine kalkışmıştır.
Bu darbeden umduğunu bulamadığı gibi, faaliyetleri ve örgüt birimleri yakın takibe alındığından maddi güç kaybına uğramaya başlayan FETÖ, Mart 2014 tarihli mahalli seçimlere tüm gücüyle asılmış, örgütün imamlarını, ablalarını ve abilerini, seçim kampanyası için güçlü oldukları yerlere göre CHP, MHP ve HDP’nin emrine vermiştir.
Sonuç FETÖ açısından yine hüsran olunca bu kez Gülen, bizzat kendisi bir aday belirleyip, onunla 10 Ağustos 2014 tarihindeki Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanarak, örgütüyle ilgili kötü gidişatı tersine çevirmeyi hedeflemiştir.
Bu da mümkün olmayınca, örgütün tüm umutları 7 Haziran 2015’e bağlanmıştır. Bu seçimlerle ilgili hesap son derece basittir: HDP’nin seçim barajını aşması halinde, AK Parti önemli oranda milletvekilliğini kaybedecektir. Bu bakımdan FETÖ yine tüm gücüyle HDP’nin yanında yer almış, örgüte mensup olan başörtülü, elleri cevşenli genç kızları bile yıllardır Türkiye’nin başına bela olan terör örgütünün partisine hizmet ettirmekten geri durmamıştır.
Basit hesap kolay işlemiş ancak bu FETÖ’ye gönlünce zafer sarhoşluğu yaşama imkânı sağlamamıştır. Çünkü 1 Kasım 2015’te genel seçimler yenilenmiş, ara dönemde de zaten iktidarını sürdürmüş olan AK Parti tekrar iktidar olmuştur.
FETÖ’nün mali damarlarının kesilmesi
Bunlar olup biterken, artık tümüyle bir iktidar değil devlet meselesi haline gelen FETÖ’ye ait birimlerinin kapatılması ve mali damarlarının kesilme operasyonları başlatılmıştır.
Bu cümleden olarak Bank Asya, Kaynak Holding, Zaman gazetesi, ilgili ajanslar, vakıflar ve dernekler durumlarına uygun düşen hukuki karar ve yöntemlerle FETÖ bünyesinden kopartılmıştır.
Artık sıra, örgütün yargıdan emniyete, ordudan bakanlıklara örümcek yöntemiyle kurduğu ağın bozulmasına gelmiştir. Köklü operasyon ordudan başlanarak yapılacak, diğer kurum ve kuruluşlara doğru genişletilerek, bu manada ilk adım da 2016 yılının Yüksek Askeri Şurası’nda atılacaktır.
Köklü operasyonun, varlığının sona erdirilmesi anlamına geleceğini bilen FETÖ lideri Gülen, bu kez ABD’nin doğrudan Türkiye’yi iç savaşa düşürme planının yegane parçası olarak yine sahne alacaktır. Çünkü ABD’nin Türkiye’nin iç savaşa düşürülmesi konusunda başarılmış bir darbe ile yetinmesi bile mümkün değildir. Asıl olan beli kırılmış bir Türkiye’nin yaratılmasıdır. Bu bakımdan başarılma ya da başarılmama durumuna göre çifte plan yapılarak yeni bir darbenin startı verilmiştir.
Darbe 24 Temmuz 2016’da yapılacaktır. Ama bu tarihte darbede yer alması planlanan general ve subaylara işten el çektirilme ihtimali bulunduğundan, tarih önce 15 Temmuz olarak değiştirilmiştir.
Sonra, Ankara’da saat 02:00’de, İstanbul’da 03:00’te harekete geçilecektir ama darbe girişimi saat 16:00’da öğrenilince, hareket saati 22:00’ye alınmıştır.
İlgili olayların detayları elinizdeki Gerçek Hayat’ta yer aldığından, ben yukarıdan beri ana hatlarıyla işlediğim, Gülen tarafından 40 yıldır örülen hırkanın darbe girişimi olarak hikayesinin hangi nedenlerle farklı bir sonuca bağlandığını iletmekle yetineceğim:
Darbe girişimi neden başarısız oldu
Darbe girişimi, şu beş olayla başarısızlığa uğratılmıştır:
1-Cumhurbaşkanını ölü ya da diri tasfiye etme çabalarının, bizzat onun tarafından, çok riskli ama kahramanca kararlarla boşa çıkartılması,
2-Cumhurbaşkanı’nın medya yoluyla iletişim kurduğu ilk anda, vatanı korumak üzere halkı meydanlara çağırması ve o andan itibaren milyonların darbecilerin hareket alanlarını ölüm kararlılığıyla daraltmaları,
3-Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın, ölümle tehdit edilmesine rağmen darbecilerin bildirisini imzalamaması,
4-Birinci Ordu Komutanı Ümit Dündar’ın darbeyi desteklemediğini açıklaması ve Cumhurbaşkanı’nı korumayı üstlenmesi,
5-Medya’nın demokrasiye sahip çıkması, Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın sesini halka duyurmak için adeta yarışarak, birliği, beraberliği, direnişi desteklemesi.
Darbe girişimi bu nedenlerle başarısız olmakla kalmadı, ABD’nin hedeflediği iç savaş da siyasi görüş, inanç ve kavim farkını bir yana bırakarak, tek vatan tek millet fikri etrafında toplanan halk tarafından bizzat önlenmiş oldu.
Son tahlilde, Gülen’in 40 yıldır ördüğü hırkanın darbe girişimi olarak hikâyesinden, gerçekte Türkiye’nin başına ördüğü çorabın hikayesi çıkmıştır.
Hiç kimse bu milletten tek bir ferdin bile burnunun kanatılmasını istemez, isteyemez. Ancak vatan da şehitliği göze almadan savunulamaz.
246 vatanseverin şehadetiyle FETÖ’nün melun, menfur, hain, lain darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlandırılarak, 40 yıldır hırka diyerek ördüğü çorap da aynı günün gecesinde bizzat onun başına geçirilmiştir.
Vatanımız, milletimiz hakkında kurgulanabilecek tüm olumsuz hikâyelerin başarıyla, sevinçle bitmesi dileğiyle…