Şeyh, elinde özenle tuttuğu, kendisine şeyhinden, ona da kendi şeyhinden kalmış olan “tâc” ya da “kavuk” tabir edilen başlığı, halifesinin başına itinayla yerleştirdi. Nefesini tutmuş hazirun, bu büyülü âna şahit olmanın tadını sürüyordu. Çileyle, emekle ve sevgiyle dolu onlarca sene süluk etmiş olan halife, çevik bir hareketle şeyhinin elini öptü, minnettarlığını dile getirdi.
Okuduğunuz paragrafta bazı kilit sözcükler var: Şeyh, tâc/kavuk, tâc giydirme, halife, sülük etme, el öpme. Bir paragraf düzeninde bir araya gelivermiş bu sözcükler bize, tasavvuf dünyasına özgü bir devir teslim törenini, geleneğin intikalini resmediyor. Bu kilit sözcüklerin fonlarında ise şu terimleri sezebiliyor, hatta duyabiliyoruz: Kemal/yetkinlik, kutsal sembolizm, silsile ve hiyerarşi, intisap ve seyrü sülûk. Yani neredeyse pür manevi, saf ruhani diyebileceğimiz bir ritüel sahneyi almış görünüyor.
Aynı paragraftaki kilit sözcük kadrosunu sırasıyla eş anlamlılarıyla değiştirelim ve şeyh yerine usta, halife yerine kalfa (ki kalfa, halife sözcüğünün fonetik bozulmaya uğramışıdır), süluk yerine mesleki tecrübe (sülûk ve meslek aynı kökten gelir) diyelim. “Tâc/kavuk” ve “tâc giydirme”yi değiştirmeye gerek olmadığı gibi, öncesinde değiştirdik sandıklarımızı bile tam değiştirmiş sayılmayız görüldüğü gibi.
Sanırım anladınız: Lafı, geçtiğimiz günlerde (12 Mayıs 2016) Ferhan Şensoy’un kavuğunu Rasim Öztekin’e devrettiği Ses Tiyatrosu’ndaki törene getirmeye çalışıyorum. Şu meşhur kavuk canım: Kel Hasan’ın efsanevi orta oyuncu İsmail Dümbüllü’ye, Dümbüllü’nün Münir Özkul’a, Özkul’un Ferhan Şensoy’a devrettiği kavuk. Vefatından önce Levent Kırca’ya da verilmesi söz konusu olan… Bir üstadlaşma, erme, kâmil olma, temsiliyet üstlenme anlamlarına gelen kavuk…
Şapka Kanunu da dâhil olmak üzere, Cumhuriyet’in bütün kanunlarına hürmetli olacağından kuşkumuzun olmadığı Ferhan Şensoy’un, yine de, belli belirsiz bir biçimde Şapka Kanunu’nu, üstelik onu mutlak biçimde itibarsızlaştıracak bir hamleyle çiğnemiş olduğunu bir yana bırakırsak… Şapkaya dair kanun önerisini Meclis’e sunan Konya milletvekili Refik Bey’in ve arkadaşlarının, kanun gerekçesi olarak “sarık, kavuk ve fesin geri kalmışlığı temsil ettiğini” öne sürmesine mukabil olarak, Şensoy’un hiç değilse tiyatro söz konusu olduğunda bu gerekçenin tam tersine kani olduğunu da görmezden gelirsek… Bu tören bize ne söylüyor? Bütünüyle simgesel bir değere sahip olduğunun farkındayız ama bu törendeki tasavvufi unsurlara, geleneksel dünyanın sembolizmasıyla örülü havasına, ritüel tarafına bakınca ne görüyoruz?
Öncelikle şunu: Geleneksel dünya sembollerin dünyasıydı. Ve semboller de öncelikle dini bir anlamlandırma sürecine hizmet ediyordu. Gerçekliğe, kutsala, fizikötesine atılmış birer ilmek olarak düzenlenmiş bu semboller her yerdeydi. Dahası semboller, daha derin ve katmanlı bir bilgiyi, onun özünü korumak kaydıyla aktarıyor, herkes için erişilir kılıyordu. Sembol sayesinde kutsal, dünyada tecrübe edilir bir form kazanıyordu.
Dini sembollerin özünü yitirmesi şekilciliği ve giderek putperestliği doğurur. Buna mukabil özün sembolsüz bırakılması da özü erişilmez kılar. Mesela Kabe’ye Allah’ın evi deriz ve fakat aynı zamanda Allah’a mekan tahsis etmeyiz. İbn Arabici anlamda teşbih ve tenzih dengesini hatırlatan bir akstan bahsediyoruz yani.
Orta oyunculuğun yeni pîrini tayin eden söz konusu “kavuk giydirme ritüeli”nde, bir silsileye tabi olarak gerçekleşen bir erme sembolizmini aşikâr biçimde görüyoruz. Reis anlamındaki başı da taçlandıracak biçimde bir anlam kazanan ve ritüelin kendi etrafında örgütlendiği bir merkeze dönüşen bir başlık (kavuk); soyluluğa ve havaslığa dair atıfları belirgin olan bir silsile vurgusu; çilecilik ve kemal kazanma muhtevalarını pekiştiren bir tayin görüntüsü bu törenin temel öğeleri. İcracıların bu anlamları söz konusu öğelere yükleyip yüklememiş olmalarının bir önemi yok. Çünkü zaten semboller, tabiatları gereği, kendilerine anlam yüklediğimiz yapılar değiller, aksine anlam veren ve muayyen bir anlamı belirgin kılan, erişilir kılan geçirgen mecralardır.
Bu tören bize kadim sembollerin hala ne denli güçlü anlam taşıyıcıları olduğunu gösteriyor. İnternette biraz araştırma yapıverince göreceğimiz gibi, tek kişinin mezun olduğu bu kavuk giydirme töreni, şu kadar tiyatro okulunda binlerce mezunla gerçekleşen mezuniyet törenlerinden daha fazla dikkat çekmeyi başarmakta. Nitekim onlarca yıl boyunca, bu kavuğun kime miras kalacağı üç-beş ayda bir gündeme geldi durdu.
Bu örnek boyunca aşikârlık kazanıyor ki, şapka kanununu tasarlayan akıl, sadece doğulu ve gerici bir giysi parçasını feda etmeyi göze almış olsaydı, kaybımız yine de pek az olacaktı. Oysa bu akıl, daha geniş bir ölçekte, giysiye bitişik bir anlam dünyasını imha etti. Yine görüyoruz ki, gösteri sanatlarında içi boş bir gösteriye dönüşmesi şartıyla, geleneksel bir mezuniyet törenine müsamaha gösterilebiliyor.
Bir şey daha: Gelenek, en sekülerlerimizin, en modernlerimizin dahi, mesleki bir yetkinliğe dikkat çekmek gerektiğinde başvurmak zorunda kaldıkları bir yapıdır. Bu başvuru, loncaya kabul ediliş, silsile, kemalat kazanma, icazet gibi geleneksel mesleki ve sülûkî unsurlara açık ya da örtülü atıflarla biçimlenir. Çünkü burası bir İslam yurdudur.