13 madde bize ne söylüyor

İşin adını koyalım da çağırması kolay olsun;
Türkiye, PKK’nın Suriye kolu olan ve bölgedeki varlığını Suriye iç savaşından yararlanarak giderek sağlamlaştırmakta olan PYD/YPG’ye karşı yürüttüğü mücadelenin adıdır Barış Pınarı Harekâtı.
Terör örgütü, uzunca bir zamandan beri, Suriye’nin kuzeyinde kontrolü altına aldığı toprakları kanton kurarak birleştirme isteği ve özerk bir bölge oluşturma düşüncesi ile hem Türkiye’nin hem de Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit etmektedir.
Bu ayrılmaz yapılanmanın, Türkiye’nin birliğini ve bütünlüğünü bozmak amacıyla gerçekleştirdiği cebir şiddet içeren eylemleri ve vatandaşların can güvenliğini ihlal ettiği nazara alındığında, kuruluşu, amacı, stratejisi, yapılanması ve faaliyetleri itibarıyla, 3713 sayılı Yasanın 4928 sayılı yasa ile değişik 1. maddesinde tarifini bulan silahlı bir terör örgütü olduğu hususu hukuki bir tespittir.
İşte böyle bir terör organizasyonunun 13 Kasım 2013’te özerklik ilan ederek devletleşme sürecine girmiş olması karşısında Türkiye’nin elbette sessiz kalması beklenemezdi.
İşin bu noktasında, sınır ötesi bir operasyonun bir başka devletin egemenlik haklarını ihlal edip etmediği hususu tartışılmaktadır.
Uluslararası hukukta kuvvet kullanma yasağının, Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 2. maddesi 4. fıkrasında somutlaştığı ve bu yasağın, “Teşkilata üye devletler milletlerarası münasebetlerinde gerek bir başka devletin toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı, gerekse Birleşmiş Milletlerin amaçları ile telif edilemeyecek herhangi bir surette, tehdide veya kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.” Şeklinde tarif bulduğunu biliyoruz. Lakin bu tarifin terör örgütleri gibi devlet-dışı aktörlerin eylemlerini kapsamadığı apaçık ortadır. Bununla beraber, BM Antlaşması 51. maddesinde yer alan “meşru müdafaa hakkı” olarak ifade edebileceğimiz metin ise şöyledir; “Bu antlaşmanın hiçbir hükmü, BM üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da kolektif meşru müdafaa hakkına halel getirmez.”
Harekâtın uluslararası hukuk açısından meşruiyeti işte bu kadar basit sebeplere dayanmaktadır.
Uluslararası toplumun, Türkiye’nin PKK ile PYD/YPG arasındaki farksızlık vurgusuna artık kulak tıkayamaz duruma geldiği ve ‘ikisi birbirinden ayrı yapılanmalar’ söyleminden ‘velev ki ikisi birbiri ile aynı’ söylemine geldiğini de görüyoruz bir süredir. Yani, hukuk rafa kalkıyor ve siyaseten çok kullanışlı terör organizasyonlarının hamiliği konusunda oldukça cesur ve birbiri ile yarışan açıklamalarla karşılaşıyoruz artık.
Geçtiğimiz hafta Perşembe günü, Türkiye ile ABD arasında 13 maddeden müteşekkil bir anlaşma metnine tanık olduk. Barış Pınarı Harekâtı ile sahayı tahkim eden Türkiye’nin artık masayı da tahkim etmeye başladığı şeklinde okuyabiliriz bu metni.
Peki, metin ne söylüyor;
1- NATO bağlamında Türkiye topraklarının ve halklarının tüm tehditlere karşı koruma taahhüdü vurgulanmıştır.
2- Barış Pınarı Harekâtının savaş değil terörle mücadele olduğu teyit edilmiştir.
3- Hem Suriye’nin hem de Türkiye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğüne yapılan vurgu önemlidir. Türkiye’nin tezi olan güvenli bölge uygulaması hususunda mutabakat söz konusudur. Güvenli bölgenin kontrolünün Türkiye’de olması ayrıca önem arz etmektedir.
4- Terör unsurları güvenli bölgeden çıkacaktır. Çıkmadıkları takdirde Barış Pınarı Harekâtı meşru bir biçimde devam edecektir.
5- ABD’nin terör örgütünün hamiliği tescillenmiştir.
Metinden yola çıkarak kolaylıkla yapabileceğimiz bu çıkarımların Türkiye açısından bir kazanım olduğu aşikârdır. Önümüzdeki Salı günü itibarı ile dolacak olan terör örgütünün güvenli bölge dışına silahlarını bırakarak çekilmesi süresini elbette beklemek gerekecek şimdi.
Lakin şu hususlar unutulmamalıdır;
1- Bahse konu mutabakat terör örgütü açısından büyük bir kayıp olmakla beraber, Türkiye açısından terör örgütü sorunu ortadan kalkmamış sadece ‘32 kilometre’ ötelenmiştir.
2- ABD’nin terör örgütü hamiliği devam etmektedir.
3- ABD’nin güvenilmezliği hususu dış politik seyrimizin önemli parametrelerinden biri olarak önemli konumunu korumaktadır.
4- Rusya’nın güvenli bölgedeki varlığı ile birlikte Suriye rejiminin güvenli bölgedeki varlık biçiminin ve her iki unsurun terör örgütleri ile hem vakıa olarak hem de potansiyel olarak tesis etmiş oldukları ilişki biçimlerinin tehditkârlığı üzerinde önemle durulmalıdır.